17 Aralık fırtınasının üzerinden yaklaşık bir ay geçti. Gerilimi düşürmek adına girişimler olduğu kadar canlı tutmak için çabalayanlar da var gibi. Tam manasıyla bir satranç tahtası, hamle üstüne hamle yapılıyor. Cumhurbaşkanı'nın sürece müdahil olması gerektiği yönündeki eleştirilere en güzel cevabı yine kendisi verdi: Yargının işi ben ne yapabilirim ki. Ne yapmalıydı ki sayın Cumhurbaşkanı, yargının yapması gereken işler için devreye DDK girse o zaman da yargıya baskı denecekti. Hem anlaşılan, Başbakan çok ağır bir ifadeyle; 'inlerinize gireceğiz' dedikten sonra bu işin gidebileceği son noktaya kadar gideceğidir. Bazen hiç bir şey yapmamak bile yanlış yapmaktan iyidir. Biz bu ülkede MGK toplantısında Başbakan ve yardımcısına haklı olduğu bir konu da olsa 'Anayasa Kitapçığı' fırlatan Cumhurbaşkanı da gördük, terk ettiği toplantıdan sonra (bu işe en layık kişi diyerek kendi teklifi üzerine seçilen) Cumhurbaşkanına yönelik: ... son derece terbiye dışı bir üslupla bana ağır ithamlarda bulundu diyen Başbakan da. O gün Cumhuriyet tarihimizin en ağır ekonomik krizinin başlangıcı, bu krize sebep olanların bitişi, Ak Parti'nin doğuşudur.
Kırklareli'de ve ülkenin herhangi bir şehrinde çeşitli kurumlarda yapılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu neyse, 17 Aralık ve sonrasında işin bu yönü ile ilgili kısım aynıdır. Bizim toplumumuzda adama saldırıp dövseler; ne yaptın da dövdüler? Başına bir kaza gelse; kimin bedduasını aldın? Diye sorulur. Adeta davul zurna ile gözaltına alınan insanların bir kısmı bir gün sonra serbest bırakıldığında kaç kişinin haberi oluyor.
Son zamanların en klasik suçlama sorusu; hırsızları mı savunuyorsun, hırsızlık var mı yok mu onu söyle vb. Bu soruları soran peşin hükümlüyse onun istediği cevabı vermediğiniz sürece ne cevap verdiğiniz önemli değil. Arkadaş; bizim öncelikli rehberimiz İslam Hukuku. 'Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa elini keserim' diyen bir Peygamberin ümmetiyiz, hırsızı savunmak ne mümkün. Ama İslam hukukunda da modern hukukta da 'masumiyet' denen bir kavram var, suçun kesin olarak ispat edilmesi esastır. Kesinleşmiş mahkeme kararlarına bile bu gün belki yeniden yargılama yolu tartışılır haldeyken... Suçlu olanlar kesinlikle cezasız kalmasın ancak bu gün yaşananlar işkence de olduğu gibi hem yara açıp hem üzerine tuz basar gibi.
Yıllar önceydi; emekli bir hakimin anıları 'Yargıçlığımı Yargılıyorum' adıyla gazetede dizi halinde yayınlanıyordu. Aklımda kalan, 'Adalet İçin Kanun Dışına Çıkılır mı' başlıklı bölüm: Mesleğe yeni başladığı yıllarda hakim beyin önüne bir dava gelir. Gariban vatandaşların paralarını bir şekilde elinden aldığı kesin görünen 'ensesi kalın' birine karşı kanunen yapılacak bir şey yok. Hakim bey kanun dışına çıkarak; 'hak sahiplerine paralarını iade etmesi halinde serbest kalacağı' şartıyla adamı mahkum eder, bu blöf işe yarar haklılar hakkını alır, adalet yerini bulur ancak rutin uygulama sırasında dosyaları incelerken yapılan bu uygulama müfettişin gözünden kaçmaz. Çağırdığı genç hakim tedirgin olarak karşısına gelince onu alnından öperek tebrik eder ve der ki; evladım bize böyle hakimler lazım... O, adalet için kanun dışına çıkmış, bu gün adeta suçlu yaratabilmek için, görev alanına girmeyen olayları bile birbirine bağlayarak, kendi adaletini yaratmak için kanun dışına çıkılmış.
Günlerdir basın, yayın, sosyal medya üzerinden açıklama savaşlarını izliyoruz. Basın, yayın doğru ya da yanlış işini yapıyor, siyasetçi işini yapıyor. Sayın yargı mensubu; siz ne yapıyorsunuz? Mahkeme Kadı'ya mülk değil biliriz bilirsiniz. Sizin kararlarınızla konuşmanız gerekirken; hem kararlarınız konuşuluyor hem siz konuşuyorsunuz, nerede kaldı tarafsızlık. Yargıya güvenip saygı duyacaksak önce onlar güven sağlayıp kendilerine saygı duymalı, bir elim işte öteki oynaşta görüntüsü vermemeli. Geçmişte örneklerini gördüğümüz söz düellosu taraflarının bazıları şimdi siyasette boy gösteriyor, ya mensubu oldukları kurumun ilkelerine uymalı ya da cüppelerini çıkarıp siyaset elbisesi giymeliler. Siyaset yargıyı etkisi altına almamalı yargı da siyaset kokan kararlarıyla siyasetin önünü kapamamalı, geçmişteki kısır döngüye dönmemeliyiz, kimse tek başına kendini rejimin güvencesi görmemeli.
Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda gerekeni yapmamakla eleştiriliyor ya; HSYK da kendi adına gerekeni yaparak ya kendi gözünde kendini gördüğü yeri gösterdi, ya da gideceğini anladığı için giderayak; işgal ettiği yeri boşaltmak zorunda kalanların genellikle yakması gibi, usulsüz de olsa, uygulanmayacağını da bilse İstanbul Emniyet Müdürü, Başsavcı ve vekiline de soruşturma kararı aldı. Bu kadar olaydan sonra o savcı beylerin de HSYK'nun da tarafsızlığı tartışılır. Yaptıkları icraatların kime hizmet ettiği konusunda ukalalık etmeyeyim de mesleklerine de, memleketlerine de fayda yerine zarar verdiği o kadar açık ki.
sairmehmet39@hotmail.com
0 539 839 75 78
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol