Şems-i Tebrizî ile bulundukları zamana, hocasının yokluk makamında varlığa göç etmesi sonrası ile ise tüm zamanlara damga
vuran Mevlâna Celâleddîn Rûmî i
Kırklareli'nde unutulmadı...
Cumartesi saat 13,00'da Kırklareli Üniversitesi Rektörlük Kültür Merkezinde bulunan konferans salonunda "741'nci Vuslat yıl dönümünde Mevlana Hazretlerini Anma ve tanıma" konulu konferans gerçekleştirildi.
İhlas Vakfı Temsilcisi Bayram Bıyıklı, Eğitim Bir-SEN Kırklareli Başkan Selahattin Karanfiler'in konuşmaları Özcan Peker hocanın Kuran'ı Kerim tilaveti ile Başlayan, Kırklareli üniversitesi Genç Fikir ve Kültür Kulübü ile Kırklareli Genç Memur- SEN teşkilatının öncülüğünde gerçekleştirilen Konferansın konuşmacısı Marmara Üniversitesi'nde 21'nci yılını Öğretim Üyesi olarak dolduran Prof. Dr. Ramazan Ayvallı oldu.
İhlas Vakfı Temsilcisi Bayram Bıyıklı, Eğitim Bir-SEN Kırklareli Başkan Selahattin Karanfiler'in konuşmalarının toplandığı ortak payda, tarihimizde var olan değerlerimiz ile ismini tarihin altın sayfalarına yazdıran şahsiyetlerinin izlediği yoldan gidilmesinin önemi olarak ön plana çıktı.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ramazan Ayvallı, "75 milyona yaklaşan güzel Türkiye'mizde sâdece okuyan gençlik, nüfûsun beşte biri kadar[ya'nî 15 milyondan fazla]dır. Dünyada en genç, en dinamik nüfûsa sâhip olan ülkelerin başlarında geliyoruz. Herkesçe bilindiği gibi, mahlûkâtın, yaratıkların en üstünü olan insanların diğer varlıklardan imtiyâzlı ve üstün olmaları, kuvvetle, vücut iriliğiyle, çok yemekle, yiğitlikle değil, îmân, ilim, edep, ahlâk ve takvâ iledir. "Şerefü"l-insâni bil-ilmi ve'l-edeb, lâ bil-mâli ve"n-neseb: İnsanın şerefi ilim ve edebledir. Mâl ve neseble değildir" kelâm-ı kibârı, konuyu ne güzel özetlemektedir? Yine "İlim rütbesi, rütbelerin en yükseğidir" hadîs-i şerîfi ilim rütbesinin durumunu yeteri kadar ifâdeye kâfî olsa gerektir. Bugün, büyük bir ilmî rütbeye sâhip olan Hazret-i Mevlânâ'dan bahsedeceğiz, onların sözlerinden ve işlerinden bazı mesajlar almaya ve vermeye çalışacağız. Bilindiği üzere, ilk emri, "Oku" diye başlayan İslâm dîninde ilme büyük ehemmiyet verilmiştir. Hazret-i Mevlânâ'nın "Mesnevî-yi Şerîfi" de "Dinle" emriyle başlamaktadır. İlim mevzûunda, ilmin temîn edeceği yüksek dereceler husûsunda, Kur"ân-ı kerîmde müteaddid âyet-i celîleler ve Peygamber Efendimizin birçok hadîs-i şerîfleri vardır. Neden? Çünkü, şüphesiz ki kâmil bir îmân, tâm bir tâat ve ibâdet, Allahü teâlâya ve Resûl-i Ekremine bi-hakkın itâat ve ittibâ, iyiliği emretme ve kötülükten nehyetme, i"lâ-yı kelimetullah için yapılacak çalışmalar, İslâmı en iyi şekilde teblîğ, Allah yoluna da"vet ve sâir hizmetler, lâyıkı vechile, ancak ilim, irfân ve hikmetle yapılabilir. İlim sıfatı, Allahü teâlânın yüce sıfatlarındandır. Kullarına da cüz"î olarak vermiştir." Diyerek sözlerine başladı.
Konferansın devamında ön plana çıkan
Ayvallı'nın satır Başları
Konuşmamızın burasında şunu belirtelim ki, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî"den istifâde edebilmek için, onu doğru bir şekilde tanımak lâzım. Bu konuda, biraz önce de işâret ettiğimiz gibi, Hazret-i Mevlânâ'nın şu sözü çok önemlidir: "Herkes, bana kendi zannına göre dost oldu; hiç kimse benim derûnumdan, esrârımdan sormadı."
Doğrusu, "Büyük âlim ve velîler"i lâyıkı vechile tanıyabilmek ve anlatabilmek kolay bir iş değildir. Hazret-i Mevlânâ'yı yalnız bir mütefekkir, şâir, hümanist gibi düşünmek, en azından Mevlânâ'yı çok eksik ve yarım anlamak, hattâ hiç anlamamak demektir.
Nitekim aşağıdaki sözü, onu, sözlerini ve yolunu anlamanın anahtarıdır. Bunu da bizzât kendisi dile getirmiştir:
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, az evvel yukarıda naklettiğimiz bir dörtlüğünde de, çok açık bir şekilde kendisini şöyle tanıtmıştır: "Ben hayâtta olduğum müddetçe, Kur'ân'ın kölesiyim; Muhammed muhtârın [Mustafâ'nın] yolunun [ayağının] tozuyum. Kim benden, bundan başka bir söz naklederse, ben hem o sözden, hem de o sözü söyleyen kimseden bîzârım (râhatsızım)." Onun için biz bu konuşmamızda, Mevlânâ'nın kendi sözlerinden ve muteber İslâm âlimlerinin onun hakkında yazdıklarından ve buyurduklarından hareketle, onu doğru bir şekilde tanımaya ve tanıtmaya gayret edeceğiz:
Onun, çeşitli dîn, mezhep, meşrep sâhibi kimseleri kendisine hayrân bırakan merhameti, insan sevgisi, tevâzuu, gönül okşayıcılığı gibi üstün vasıfları, aslında mensûp olduğu İslâm dîninin yüksek ahlâk telakkîsinden bazı örneklerdir. Onda, bunlardan başka, İslâm ahlâkının diğer husûsları da kemâl derecede mevcuttur. Bunların hepsini saymak, İslâmiyet'i tam olarak anlamak ve anlatmakla mümkün olur.
Prof. Dr. Ramazan
Ayvallı'nın anlatımı ile
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin Kısa Biyografisi
Adı "Muhammed", lakabı "Celâleddîn" olup, Anadolu'ya gelip yerleştiği için, "Rûmî" diye anılmış; "Efendimiz" demek olan "Mevlânâ" sıfatıyla meşhûr olmuştur. 1207 yılında Belh şehrinde doğdu; 1273 yılında Konya'da vefât etti.
"Nefehâtü'l-Üns min Hadarâti'l-Kuds" kitâbında belirtildiğine göre, babası sultânül-Ulemâ Muhammed Behâeddîn Veled büyük bir âlim ve velî idi. Hazret-i Mevlânâ, daha çocuk iken, babasının kalbindeki feyizlere kavuştu. Henüz beş yaşında iken, "kirâmen kâtibîn" denilen melekleri, evliyânın rûhlarını ve sokaktaki cinnîleri görürdü. Soyu, baba tarafından Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'a, anne tarafından da İbrâhîm bin Edhem hazretlerine ulaşmaktadır.
Farsça olan "Mesnevî"sinde ve "Dîvân"ında, toplam olarak 70.000(yetmiş bin)'den fazla beyit vardır. Daha bir çok kıymetli eseri de bulunmaktadır.
Dünyaya nûr saçan Mesnevî'sine, her ülkede, birçok dillerde şerhler yapılmıştır. En kıymetlisi Mevlânâ Câmî'nin kitâbı olup, bunun da şerhleri vardır. Türkçe şerhlerinden, Ankara Vâlîsi Âbidîn Paşa'nın şerhi çok kıymetlidir.
Hazret-i Mevlânâ, tasavvuf deryâsına dalmış bir Hak âşığıdır. Kâdirî tarîkatında idi. İlmi, teşbîhleri, sözleri ve nasîhatleri bu deryâdan saçılan hikmet damlalarıdır. O, bir tarîkat kurucusu değildir. Yeni usûller ve ibâdet şekilleri ihdâs etmemiştir.
Ney, dümbelek, tambur gibi çeşitli çalgı âletleri çalınarak yapılan törenler ve âyinler, Hazret-i Mevlânâ'nın vefâtından 3-4 asır sonra meydana çıkmıştır. Mevlevîlik, [bir zamanlar] câhillerin eline düştüğünden, bunlar "ney"i çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi şeyler çalmaya, dönmeye başlamışlar; ibâdete, İslâm dîninin yasak ettiği çirkin şeyler karıştırmışlardır. Hele bunların câmi ve mescidlerde yapılması çok büyük günâhtır.
Eski Ankara vâlîlerinden ve ulemâdan Âbidîn Pâşâ, yukarıda mezkûr şerhinde, "ney"in, "insân-ı kâmil" olduğunu ifâde ve ispat etmektedir.
Bugün, bu tasavvuf üstâdının türbesine sonradan konan çalgı âletlerini görenler, işin gerçeğini bilmeyenler, bu mübârek zâtın çalgı çaldığını, bu âletlerin onun olduğunu zannetmektedirler. O hakîkat güneşini yakından tanıyanlar, bunlara elbette itibâr etmezler.
Halbuki o, ney ve dümbelek çalmadı. Raks etmedi, dönmedi. Bunları sonra gelenler uydurdular. Hazret-i Mevlânâ, bırakın ney çalmayı, dans etmeyi, oynayıp dönmeyi, yüksek sesle zikir bile yapmamıştır. Nitekim Mesnevî'sinde diyor ki: "O hâlde, Cânân'a kavuşmayı, cân u gönülden iste, Dudağını oynatmadan, Rabbinin ismini kalbinden söyle."
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol