Ulusal yayinlardan Türkiye Gazetesi’nin, ilimiz Kirklareli’yle ilgili hazirlamis oldugu yazi dizisi ikinci gününde de birbirinden ilgi çekici anketodlarla okurlara sunuldu. Geçtigimiz Persembe günü Kirklareli’nin sosyolojik ve tarihsel yapisinin ön plana çikarildigi yazinin ardindan Cuma günü de dogal ve turistik potansiyelleri mercek altina alindi. Behçet Fakihoglu’nun kaleme aldigi yazi dizisinin ikinci bölüm basligi “Sakli kalan tabiat harikasi: Kirklareli” idi. Dünkü yazida Önadim Gazetesi’nden de bahseden Fakihoglu, tesislerimizde birebir görüsme yaptigi Önadim Gazetesi basyazari Nazif Karaçam ve yine köse yazarlarimizdan Selahattin Demiraco ile Hatice Kunt’tan da çesitli bilgiler için yararlandigini anlatiyor. Iste ilimizi ülkeye tanitan yazi dizisinin ikinci bölümü:
SUNUÅz: Kirklareli, 1. Murat Han zamaninda 1363 yilinda Osmanlilar tarafindan fethedilmis. Fetih esnasinda sehit olan 40 yigidin hatirasini diri tutmak için, sehre ‘Kirklareli’ isminin verildigi söylenmekte. 40 akincinin, Tekke haziresinde bulunan eski mezarlari anit haline getirilerek, Kirklar Åzehitligi yapilmis, anitta bu yigitlerin isimleri yazilmis.
ÅzIRIN BIR ÅzEHIR: Evliya Çelebi Kirklareli için, ‘Benzerine az rastlanan, yemyesil bahçeleri ile ünlüdür. Genis bir düzlükte, kirmizi kiremitli ve bakimli konaklarla süslü sirin bir sehirdir’ der.
GÖRMEK GEREKIR: Tarihi eserlerin yani sira; Istiranca Ormanlari ve Dupnisa Magarasi gibi essiz tabiat harikalarina sahip Kirklareli, görülmesi gereken güzel bir vatan topragi, ecdad yadigari.
YEÅzILIN HER TONU: Kirklareli’de Karadeniz’e yaklastikça, ormanlar gürlesiyor, yesilin her tonu kendini gösteriyor. Istranca Ormanlari, görenleri hayran birakiyor.
Nazif Karaçam ve Selahattin Demiraco’dan
Kirklareli’yi dinledik.
Kirklareli, dünya sehri Istanbul’un yani basinda, Bulgaristan’a geçis yolu üzerinde; bozulmamis, muhtesem güzellikteki ormanlari ve tabiatiyla müstesna bir il. Bu güzellikler geçmiste de farkedilmis, 7 bin yildir yerlesim yeri olmus. Gelen medeniyetler iz birakmis. Kirklareli’nin, Bizanslilarca ‘Ekklesies’ adiyla anildigi, fetihden sonra sehre, bunun Türkçe karsiligi olan “40 kilise” dendigi, Cumhuriyet döneminde ‘Kirklareli’ne dönüstügü de söylenmekte. Kirklareli’nin geçmisi hakkinda bilgi edinmek için, Önadim Gazetesi’ne gidiyor, Nazif Karaçam ve Selahattin Demiraco ile görüsüyorum.
ISTANBUL’LA BAÄzLANTILI: Nazif Karaçam 80 yasinda, 62 yillik gazeteci, köse yazarligi yapmakta, Kirklareli ile ilgili kitaplar yazmis. Nazif Karaçam, Kirklareli’nin ugradigi isgalleri, yasanan acilari anlatiyor, bu insanlarin her defasinda çok seylerini kaybettigini, ayni korkunun hala geçmedigini, bu yüzden birikimlerin yatirima dönüsemedigini söylüyor. Nazif Bey’in söyledigine göre, buranin asil yerli Müslümanlari Gacallar, fetihle birlikte buraya yerlesmisler, ama simdi azalmis, kalmamis gibi. Rumlar, Bulgarlar, Yahudiler burada iç içe yasarmis. Ekonomi Rum ve Yahudilerin elinde, Bulgarlar da bagcilik, ziraatçilik ve hayvancilik yaparmis. Bulgarlar savaslardan sonra, Rumlar mübadele ile, Yahudiler de Israil kurulunca gitmisler; buranin ekonomisi çökmüs. Balkanlardan buraya 40 bin Türk göçmen gelmis. Osmanli devrinin önemli panayirlarindan bir tanesi de Pehlivanköy Panayiri, en az 100 yillik; buraya giden mallarin çogu Yahudi ve Rumlarin imis. Buranin 19 adi varmis ama iki tanesi çok önemli, üzüm kasabasi anlamina gelen ‘Lozangrad’ (Bulgarca) ile meyve cenneti anlamina gelen ‘Vinograd’ (Rumca)... Ikinci Dünya Savasi’nda da herkes burayi terketmis, tavuklarini bile satmislar. Kirklareli’de herkesin Istanbul’da bir baglantisi bulunmakta.
DÜZLÜKTE ÅzIRIN ÅzEHIR: Evliya Çelebi Kirklareli için, ‘Benzerine az rastlanan, yemyesil bahçeleri ile ünlüdür. Genis bir düzlükte, kirmizi kiremitli ve bakimli konaklarla, saraylarla süslü sirin bir sehirdir’ der. Bugün için de, bazi zevksiz binalari saymazsak, sehir ayni sirinlikte, ayni güzellikte denebilir. Trakya’da yapilmis en eski camilerden, Hizirbey Camisi’ne gidiyoruz. Burasi cami, çarsi ve hamamdan olusmus bir külliye; 1383’te Köse Mihalzade Hizirbey tarafindan yaptirilmis. Kadi, Beyazit, Karakasbey, Kapan camileri; çesmeleri ve diger mimari yapilariyla burada da ecdadin tapu senetleri çokça bulunmakta. Åzehrin içinde dolasiyor, istasyona gidiyor, asirlik agaçlarin gölgesinde çaylarimizi yudumluyoruz. Karagöz ile peynirci kadin heykeli de dikkatimizi çekiyor. Karagöz burali imis, peynirin söhreti de malum.
Üsküp beldesinden geçiyor, Dupnisa Magarasi istikametine dogru gidiyoruz. Karadeniz’e yaklastikça, ormanlar gürlesiyor, yesilin her tonu kendini gösteriyor, adeta “Çamli Hemsin” gibi bir tabiatla karsilasiyoruz. Orman içindeki Dupnisa Magarasi sakli kalmis. Baska ziyaretçiler de gelmis. Önce nefis kaynak suyundan içiyor, kanyona yöneliyoruz. Kanyon girisindeki magara kapisi kapali. Kan-ter içinde daga tirmaniyor, üstteki kapidan giriyoruz. Magara içinde sürekli akisa sahip bir yeralti nehri ve bu nehrin olusturdugu, derinligi yer yer 2 metreyi asan göller bulunmakta. Süt beyazdan kirmizi ve kahverenginin her tonunda renge sahip sarkit, dikit, sütunlar ve damlataslar olaganüstü güzellige sahip. Toplam uzunlugu 2 bin 720 metreyi bulan magaranin 200 metrelik bölümü turizme açilmis. Ama, biz ancak 9-10 metre gidebildik, gerisi karanlikti... Turizmimizin içinde bulundugu hal için güzel bir örnekti...
GÜLLELER DÖKÜLMÜÅz: Istiranca ormanlarinin güzelliklerini yasayarak Demirköy’e gidiyoruz. Küçük ama sirin bir ilçe. Fatih Demir Dökümhanesi’ne gidiyoruz. Dönemin en modern dökümhanesi sayilan ve Demirköy Tophanesi Amiriye Isletmeleri olarak bilinen dökümhanede, Osmanli ordularinin bir kisim harp malzemeleri üretilmekte idi. Fatih Sultan Mehmet Han’in Istanbul’un fethinde kullandigi toplarin güllelerini de burada döktürdügü söylenmekte. Yine essiz güzellikteki tabiat içinden yolumuza devam ediyor, Igneada’ya gidiyoruz. Karadeniz kiyisinda bilinen bu liman ve balikçi kasabasi, güzel kumsallari ve bozulmamis ormanlari ile ünlü.
LONGOZ ORMANLARI: Istranca Ormanlarini, Longoz Ormanlarini yakindan görmek istiyoruz; gökyüzünün zor görüldügü orman deryasina daliyoruz. Orman içinde Mert, Saka, Hamam ve Pedina Gölleri, tertemiz sulari akan dereler bulunmakta. Hamam gölünün kiyisinda bulunan devasa agaçlar bozulmamis, tabiat hayran birakiyor. Ya Longoz Ormani; derelerden gelen suyun kumsalda olusmus bentler sayesinde birikmesi, geri basan sularin olusturdugu, ender bulunan “subasar” ormanlari, buradaki zengin canli varligi... Lüleburgaz’daki Sokullu Külliyesi, Vize’deki Gazi Süleyman Pasa Camii, Babaeski’deki Cedid Ali Pasa Camii ve diger eserler, ilçeler, bir yaziya sigmiyor ne yazik ki!.. Kirklareli, mutlaka görülmesi gereken güzel bir vatan topragi, ecdad yadigâridir...
HARDALIYE ve bagcilik mücadelesi: Kirklareli’de, üzümden yapilan bir mesrubat olan ‘Hardaliye’ bulunmakta. Bu hususta en iyi bilgiyi Hatice Kunt’un verebilecegi söyleniyor. Åzehir merkezine 15 kilometre uzaklikta bulunan Degirmencik Köyü’ne, Kuntlarin çiftligine gidiyoruz. Hatice ve Bülent Kunt çifti, güler yüzle bizi buyur ediyor, insanimiza has olan en güzel misafirperverligi gösteriyor, ikramlarda bulunuyorlar. Hatice-Bülent Kunt çifti, iyi egitim almis, yabanci sirketlerde üst düzey yönetici olarak çalismis, 1999’da Istanbul’da emekli olmuslar. Bir dostlari Kangal Köpegi hediye etmis, oturduklari Bebek’te bazi komsulari köpegin sesinden rahatsiz olunca, sakin bir yer aramislar. Bir arkadaslarinin tavsiyesi üzerine, bu köye gelmisler, 160 dönümlük yer almislar. 1999’da buradaki evlerinin temelini atmis, ahir yaparak hayvanciliga baslamis, elektrik, su getirmisler. Bu çorak araziyi baglik, bahçelik yapmislar. Kirklareli ile ilgili arastirmalarinda, burada eskiden bagciligin çok önemli oldugunu ögrenmisler; topragi inceletmisler, bu topragin bagcilik için uygun oldugu bilgisine ulasmislar. Bagciliga önce hobi, hayvanciliga alternatif olarak baslamislar, 10 dönümlük baglari olmus... Hatice Hanim gazetede köse yazisi yaziyor, köylülerle konusup hep yeni seyler ögreniyor, bagcilik, çiftçilik bilgisini günden güne gelistiriyor. Osmanlilar burayi fethedince, gayrimüslimlerin saraplarina alternatif olarak, Müslümanlarin Hardaliye mesrubatini gelistirip ürettigini ögreniyor, bu üzümün, o mesrubat için çok uygun oldugu sonucuna variyor.
ALKOLSÜZ MEÅzRUBAT: Üzüm sirasi, tatli visne yapragi ve hardaldan 45 günde yapilan alkolsüz mesrubatin önemini anliyor, Kirklareli’nin kalkinmasi için bu dogrultuda çaba gösteriyor. Kahve kahve gezip, bagcilari bir araya getiriyor, Kirklareli Üzüm Üreticileri Birligi‘nin kurulmasina önayak oluyor, bu isi medyaya tasiyor... Hatice Hanim’in öncülügünde, köylülerin ve ilgililerin ortak oldugu bir Hardaliye Fabrikasi, Organize Sanayi Bölgesi’nde kuruluyor. Asil hedefi, bagciligi eskisi gibi çogaltmak, Hardaliye üretimini endüstriyel hale getirmek, buranin ekonomisine kalici bir katki yapmak. Henüz üretime geçilememis, ama o günlerin de yakin oldugu söyleniyor.
“TOPRAÄzIMIZ HASTA!”
Hatice Hanim toprak analizini yaptirmis, kireç eksik çikmis, “topragimiz hasta” diyor. PH derecesi düsük olunca, ürünün içi dolmuyor, bunun devlet destegiyle tedavi edilmesi gerektigini söylüyor. Kirklareli’nin bagciligina, hardaliyesine el atan Hatice Kunt, bütün Türkiye’ye örnek olacak bir mücadele örnegini veriyor...
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol