Insanlar, dogduklari topraklari, tozlu yollarinda oynayarak büyüdükleri köylerini biraktilar.
Hizla terk ettiler.
Büyüklü küçüklü sehirlere, kasabalara göçtüler.
Yillardir ayri kaldilar köylerinden.
O köyler öyle veya böyle yerli yerinde duruyor.
Insani azaldi pek çogunun.
Is gücü azaldi.
Çiftçiligi, hayvanciligi azaldi, yok seviyesine yaklasarak.
Hele de gençlerini elinden kaçirmis olan köyler daha bir issizlasti.
Gençlerden yoksun kalmak, çocuk seslerinden de yoksun kalmayi getirdi.
Köy kizlari köylerine evlenmiyorlar artik.
Baska köylere de gitmiyorlar.
Varsa da yoksa da sehirler.
Sehirde barinimi mümkün olan ve de isi olan bir genç bulmaya gayret ediyorlar, bulunca da kaçirmamaya.
Köylerde evlilik dügünleri hizla azaldi.
Buna bagli olarak sünnet dügünleri de tabi.
Köylerde tarim yapilmaz oldu.
Toprak islenmiyor.
Oysa ekmek topraktan peyda oluyor.
Ekmek, sanayi ürünü oldu hizla.
El emegi olmaktan çikti.
Fabrikasyon ekmekler yiyoruz.
Fabrika mali ekmekte duygu ve güven olur mu?
Besi degeri ona keza.
Zaman zaman birileri çikiyor önümüze, "söyle ekmegi yemeyin, böyle ekmegi yeyin…" türünden önerilerde bulunuyor.
Sasiriyoruz, kafamiz karisiyor, hangisini yiyelim, hangi yemeyelim. Esmer, kepeklisini mi? Mis gibi, pamuk gibisini mi? Kalin kapli köy ekmegini mi? Bazlama mi, pide mi?
Hangini yersek hasta oluruz, hangisini yersek dert kapariz, hangisini yersek çabuk ölürüz?
Kurtsuz ve gürbüz elmalar yiyoruz.
Onlar da sanayi elmasi. Onun tadi ve saglikliligi da bir yigin soru isaretini getiriyor.
Sonra dönüyoruz, "Almanlar, kurtlu elmayi tercih ediyormus. Kurdu öldürmeyen, bünyesinde canli olarak barindiran elma beni de öldürmez," diye örnekler de yumurtluyoruz.
Köy insani domatesi, biberi, salataligi, misiri, fasulyeyi eker, diker, kazar, sular, hasadini yapardi.
Her birinin kendine has tadi olurdu. Güvenle yenirdi.
Tavuk kendindendi, koyun eti, dana eti kendinden. Simdi her biri sanayi ürünü.
Nereden geldik, nereye gitmekteyiz? Bir yerde durur mu bu freni patlamis külüstür? Balatalari yalama olmus bu araç nereye kadar gider, nerede durur, nereye toslar?
Hep böyle gitmez gibi geliyor bana bazen. Insan dedigimiz yaratik, domatesin kokusunu merak edecek bir gün. Eskiden bilenler, bir gün o eski tadi yakalayabilmek arzusunu duyacak. Bilmeyenlere anlatmaya, tarif etmeye ugrasacak. Belki bir biçimde aslina uygun olanini, eski yöntemleri deneyerek yeniden elde etmeye çabalayacak insanoglu.
Genzinde o eski toprak kokusunu arayacak. Özleyecek. Kahredecek içinde bulundugu yasam biçimine.
Özleyecek çocukluk günlerini. Çocuklugunun tozlu yollarini, çaliliklarini, dikenliklerini özleyecek.
Belki de bir zaman gelecek, tersine göç gündeme gelecek. Çünkü sehirler fazla sismeye ve sisinmeye baslayacak.
Köyüne gidecek insanlar.
Yollarda, dere kenarinda, tepelerde, daglarin eteklerinde çocukluklarini arayacak.
Mezarliklari ziyaret edecek. Oradaki dedelerini, babalarini, kendilerinden önce göçen kardeslerini ziyaret edecek, topragina çiçek dikerek, bir sürahi su dökerek.
Zamansiz yitirdigi dostlarini aramak, onlari ziyaret arzusu yasamak, geride biraktiklarini bulamamak…
Yillar önce ana yurtlarini, baba ocaklarini terk ederek daha çok ekmek, daha rahat bir yasam, daha fazla egitim ve daha çok umut pesine düsenler bir gün daldiklari yalanci rüyadan aydiklarinda…
O zaman ne olur, nasil olur acaba?
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol