Kırklareli Araştırmacı Gazeteci Yazar Ali Riza Dursunkaya'yı tanımaz. Belki bir avuç insan adını duymuştur. Oysa o Kırklareli'nde İLK GAZETE çıkaran kişidir. Dün gece, gecenin bir vaktinde uykularım kaçtı. Kalktım bu yazıyı yazdım. Bunun için Dursunkaya'nın KIRKLARELİ isimli kitabını elime alıp karıştırdım. Gözüme "TÜRK OCAKLARINDAN HALKEVLERİNE" başlıklı bölüm ilişti. Yeni kuşaklar Atatürk'ün Halkevleri ile Halkodalarını bilmedikleri gibi, türkünün ünlü hatibi Hamdullah Suphi Tanrıöver'in Türk Ocakları'nı da bilmezler. Okumamışlardır. Oysa kültür tarihimizde onlar hakkında çok geniş bilgiler vardır. Türk Ocakları, Türkçülerin odaklandığı yerlerdir. Balkan Savaşı sonrası kurulmuşlardır. Türkçülük hareketinin fikir ve düşünce hayatını Türk Ocakları yayıp yönlendirmiştir. 1932 yılında ömürlerini tamamlayan Türk Ocakları kapatılmışlar, yerlerine HALKEVLERİ-HALKODALARI açılmıştır. Ali Riza Dursunkaya bu kültür kurumlarının Kırklareli ile ilgili hikayesini anlatıyor kitabında.
Halkevleri, Halkodaları Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923 yıllarında Türk Halkını kucakladığı yıllarda yani 1932 yılında kurulmuşlardır. Bugün Kırklareli Milli Eğitim Müdürlüğü binası o yıllarda HALKEVİ BİNASI idi.
Ali Riza Dursunkaya'nın yazdığına göre o yıllarda Kırklareli'nde 11 Halkevi, 91 Halkodası vardır. Türkiye'de açılan 5 bin Halkevi ve Halkodasının gelişmişliği çizgisinde 12'nci sıradadır. Halkevlerinin beşi ilçe merkezlerinde, üçü Pınarhisar, Üsküp ve Kaynarca, Karahalil'dedir. Babaeski Mandırasında da Halkevi vardır. Üç Halkevi de Pehlivanköy'dedir.
Siz Halkevleri ve Halkodalarını nasıl düşünürseniz düşünün onlar dokuz alanda faaliyet gösteren kütüphanelerdi, kültür kuruluşları idi. Halkevlerini ve Halkodalarını kapatan Vandalistler'e sormak gerekir, bugün Kırklareli'nde, Pınarhisar, Pehlivanköy, Üsküp, Kaynarca, Mandıra, Karahalil gibi yerlerde kültür namına ne vardır? Bir şey yoktur. Belki bir iki yerde kütüphane vardır. Görüyor musunuz, kül ediyoruz gül açan bahçeleri.
Bu yazıyı yazmak için gecenin bir yarısında, saat 04.30'da yazıyı yazmaya başladım, 5'i 20 geçe bitirdim. Yanlış anlaşılmasın, ben paralı, maaşlı gazeteci yazar değilim. Benim 67 yıldır yaptığım, yazdığım Türk Halkına olan borcumu ödemektir. Bu ülkede halkın okumuş insanlar üzerinde hakkı olduğuna inanırım. İşte gece yarısı beni uyandıran bu hakkın ödenmesidir. Gazete'nin patronu ÖZNUR TÜZÜN hanım bana gazetesinde bir köşe ayırmış, bu köşenin hergün yeni bir yazı ile okuyucunun önüne çıkması gerekir. Bana ayrılan köşeye hergün bir yazı yazmak benim borcumdur. Köşem gazetede boş kalmasın, yazımı gazeteye yetiştireyim diye uykularımı bölüyorum. Bu bir MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DÜŞÜNCESİ'dir. Aydınlanmanın Mumu sönmesin, gazetede köşeme bakanlar yazı yok diye küsmesinler, "KARAÇAM bugün ne yazmış, bir bakayım" diyenler, diyecek olanlar için yazıyorum. Yazının sonuna noktayı koyuyorum. Yarınki yazımı düşünmeye başlıyorum. Zira bir yazı yanan bir muma, bir ampule benzer. Onun aydınlığı okuyanın beynini ısıtır, varsa karanlığını aydınlatır. Mesele budur.
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol