27 Nisan 2013 günü şair ve yazar LEYLA ERBİL'in Tuhaf Bir Erkek kitabı içinden Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan farklı bir şiiri çok hoşuma gitti. Her şairin farklı bir üslubu, kültürel birikimi vardır.
Mısraların hülyalı rüzgarı çok hoşuma gider. Şair Leyla Erbil yaşamın acılarını yüreğinde hissetmiş farklı bir kanalda, edebiyatın kalbinde yaşıyor sanki: İşte o mısralar;
"/ Bütün acılara karşın hayat içimize bir nota bırakır ya / En bitik günümüzde direnme notasını / Bir zarfa mı koyar bir deniz çarpıntısıyla mı savurur yüzümüze / Neşe üşüşür hayatımıza birden güç aşılar iyi güçtür / Baş eğdirmeyen umut altın kafesinden çıkıverir dolaşır tepemizde. /"
Leyla Erbil'in şiirindeki derin anlam çok çarpıcıdır. Geçmişten insanlığa seslenen bir gönül… Güzel söyleşideki fotoğrafında asil bir insanın duruşu vardı sanki…
Şairin artistik bir duruşu, hüzünlü bir dünyası vardı… Uzun mısralardaki rüzgar geçmişin gönül yaralarını da alıp gelmişti yanı başımıza…
Gerçek şiirin yüreğimizdeki yansıması bir başkadır. Anlamlı şiirlerin söylemek istediği çok şey vardır… Hüzünlü Bir Şarkıdır Yaşam…
Yanar Tozlu Patika Yollar şiir kitabımdan bir şiirim: UMARSIZ DÜNYA / Bana bir şeyler söyle / Seni seviyorum de mesela / Kuşlar kanat çırpıyor karanlığa / Yalnızlığın çaresizliğinde / Yaralı yürekler / Umarsız dünyada yaşıyoruz / Acılar içinde… / Bana bir şeyler söyle / Seni seviyorum de mesela…/
Selahattin Demiraco
Şiirsel bir dünyanın özlemiyle yaşayan gönüller hüzünlü anlarında mısralar arkadaşlarıdır.
İlkbaharın serinliği yüzüne vurur. Bir çeşme başında yüzünü yıkar. Kendine gelir biraz. Park yalnızlığı akşamlarda dalgındır. Hayaller içinde yaşarken bir yaz yağmuruna yakalanır, Mahyababada… Ekşi erikler cepte. Timur Saygın Gazhane sokağından arkadaşıdır. Yaz yağmurunda sırılsıklam koşarak gelirler Gazhane sokağına… Annem bağırıverir; "Nerede ıslandın oğlum bu kadar?" "Ekşi eriklere gittik Timur'la. Yağmura yakalandık. Bekçi kulübesinden çıkan kır bekçisi ekşi erikleri bulursa diye korktuk." Çocukluk günlerimizde annemiz her şeyimizdir. Eski Hıdırellez günlerinde Kırkbir otunu toplayıverir muhacir kadınlar… Tren yollarında ekşi erikler, ekşi elmalar, çağlalar çocuklar koparsın diye onlara gülümserlerdi… Haydi dereye dereye… Hıdırelleze… Şeytandere kenarında ağaçlar altında kilimler serilirdi. Piknikler yapılırdı. Kızlar, çocuklar salıncaklarda sallanırdı… Davullar çalar, zurnacı Kara Hüseyin Rumeli Balkan havalarını çalarken yüreciği efkârlıydı. Sevdalı gençler dere kenarındaki patikalı çimenli yollarda tur atarlardı. Gönülleri yanıktı. Sevgileri yalnızlığı idi gençlerin… Liseli gençler eski şarkılara meftundular. Yıllar geçti. Saçlarına karlar yağdı. Yaşam yer altı suyu gibi akıp gitti…
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol