Ömrü hiç degilse böylesine daim olsun sevgili babamin. Yillar önce bir mektuplasmamiz olmustu, 1992'de.
Bana, "Yaratan Rabbine sükret!" demisti son mektubunda. Uzun bir mektupla yanitlamistim çok önem ve deger verdigim babamin mektubunu.
Orada kendimce bir "Tanri" taslagi üzerinde durmustum.
Bir yerinde söyle yazmistim: "Sevecen gönlüme, simsicak yüregime, düsünen beynime güvenim o denli sonsuz ki, ömrümün su anina dek bir kere olsun bilerek, toz tanecigi iriliginde dahi, zerrece ihanetim, saygisizligim, hodbinligim, bezginligim olmamistir, bundan sonra da olmayacaktir." Yarata yönelik bir söylem bu. Ve söyle sürmüstü: "Elbet beni bir yaratan ve bir de buna vesile olusturan olmasaydi, dogmazdim. Yer yüzünde insan sifatiyla veya her hangi bir sifatla görülmez, zuhur etmezdim. Allah'ima dersen, saygim büyük, inaniniz."
Durup dururken nerden çikti?
Söyleyeyim.
"Sems'in KIRK kurali..." diye bir mail geldi akilli kutuya. Gerekenleri, uygun gördüklerimi, aklima yatanlari, dogrulugunu algiladiklarimi sizinle paylasmak ve söylesmek isterim.
"Öyle ya," derdi, otuz kirk yil önce TRT'deki "Halk Hikâyeleri" sunumunda, jenerikteki ses: "Her asigin bir ah'i var!"
herkesin kendine göre bir mistik durusu var. Hiç kimse bastan tirnaga, boydan ayaga kaya degil. Insan.
Gerçekten "Her asigin bir ah'i var!"
"Sems'in KIRK kurali..."ndan ilki suymus: "Birinci kural: Yaradan'i hangi kelimelerle tanimladigimiz, kendimizi nasil gördügümüze ayna tutar. Sayet Tanri dendi mi öncelikle korkulacak, utanilacak bir varlik geliyorsa aklina, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çogunlukla. Yok eger, Tanri dendin mi evvela ask, merhamet ve sefkat anliyorsan, sende de bu vasiflardan bolca mevcut demektir."
Mektup söyle ilerliyordu: "Bu gece kitaptan birkaç sayfa okuduktan sonra isigi söndürdüm. Yatakta en rahat seklimi aldim. Içimdeki tüm kederleri, lekeleri, bezginlikleri silip tanrimdan dilekte bulundum: "Kisiligimi korumasi, kisisel ve sosyal ortamda her zaman diri ve canli olmasi, beni basarisizliklardan uzak, basarilara yakin kilmasi, insanlara ve topluma yararli, verimli kilmasi, hiçbir sekilde, insanlara ve topluma zarar verecek pozisyonlara ve ortamlara sürüklememesi ve zorlamamasi, meslegimde ve özel ugraslarimda ilerletmesi, basarmami saglamasi, beni sevilen sayilan bir insan etmesi, kizilan, kaçilan, horlanan, hatalarindan dolayi sik sik elestirilen bir insan etmemesi için dua ettim, dilek diledim."
Yillar sonra bir siirimin giris kitasinda, bu "Tanri" kavraminin tanimina son derece uyan bir açilim vardi. Söyle betimlemistim bendeki Tanri'yi:
"Közünde pisirdim ekmegi asi
Ugruna veririm bunca savasi
Sana Tanri dedim nabzimin basi
Sakin tökezleme, dayan yüregim."
Böylesine bir algilanim. Tanri, illâ ki birilerinin bastirdigi biçimde, sarikli, takkeli, Cübbeli, erkek mi disimi diye tartisilan kavram olmasa gerek.
Sürekliligindeki satirlar bunu vurguluyordu: "Her zaman tanrimla bas basa ve iç içeyim. Kutsal kitaplar ve uhrevi söylemler demez mi ki, 'Allah size sah damarinizdan daha yakindir.' Öyle ya, bana benim sah damarimdan daha yakin olmaya, benim tanrimdan baska kimin hakki, kimin yetkisi ve yetisi olabilir? Bana benden daha yakin, olsa olsa benim tanrim olabilir."
Incitmeden, hodbinlesmeden, küstahlasmadan, "çokbilmis"lesmeden, irdeleye algilaya yürürsek eger…
Bir yere varacagiz.
Ikinci Kural'da söyle söylüyor Sems: "Hak yolunda ilerlemek yürek isidir, akil isi degil. Kilavuzun daima yüregin olsun, omzun üstündeki kafan degil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden degil.."
Bir yerlerini tartisir miyiz?
Tartisiriz.
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol