Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri

Bu hafta, her yıl bu dönemlerde anılan ve bu sene vefatının 740. Yılı gerçekleşen Mevlana Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri'nden bahsedeceğiz inşaAllah.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, tanınmış büyük evliyâdandır. Asıl adı Muhammed, lakabı Celâleddîn, ünvânı Mevlânâ'dır. Babası, Sultân-ül-Ulemâ, "Âlimlerin Sultânı" ismiyle meşhûr Muhammed Behâeddîn Veled hazretleridir. Soyu hazret-i Ebû Bekr'e ulaşır. Annesi sâlihâ ve evliyâ bir hanım olan Mü'mine Hâtun, İbrâhim Edhem hazretlerinin neslindendir. Milâdi 1207 ve hicrî 604 senesi Rebîulevvel ayının altıncı günü Horasan'ın Belh şehrinde doğdu. Milâdi 1273  hicrî 672 senesi Cemâziyelâhir ayının beşinci günü Konya'da vefât etmiştir. Kabri, Konya'nın en meşhur ziyâret yerlerindendir.
Mevlânâ Celâleddîn, küçük yaşta ilim tahsîline başladı. Âlim ve evliyâ bir zât olan babasının terbiye ve himâyesinde yetişti, mânevî olgunluklara kavuştu. Henüz beş yaşında iken kendisinde birtakım olağanüstü hâller görülmüştür.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, olgun, âlim ve velî bir Müslüman idi. Onun çeşitli din, mezheb, meşreb sâhibi kimseleri kendisine hayran bırakan merhameti, insan sevgisi, tevâzuu, gönül okşayıcılığı gibi üstün vasıfları, İslâm dîninin emrettiği güzel ahlâkından bâzı nümûnelerdir. Onda, bunlardan başka İslâm ahlâkının diğer hususları da kemâl derecede mevcuttu. Bunların hepsini saymak, İslâmiyeti tamam olarak anlamak ve anlatmakla mümkün olur. Hazret-i Mevlânâ'yı yalnız bir mütefekkir, şâir gibi düşünmek ve o şekilde anlamaya çalışmak, aslı bırakıp, herhangi bir özelliği içinde sıkışıp kalmaya benzer. Bu ise, en azından hazret-i Mevlânâ'yı çok eksik ve yarım anlamaya, hattâ hiç anlamamaya sebeb olabilir. Nitekim hazret-i Mevlânâyı, sözlerini, yolunu anlamanın anahtarını, kendisi bir rubâisinde şöyle dile getirmektedir:
Ben sağ olduğum müddetçe Kur'ân'ın kölesiyim.
Ben Muhammed Muhtâr'ın yolunun tozuyum.
Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse,
Ben ondan da bîzârım, o sözlerden de bîzârım.
Talebelirinden Muhammed Hâdim şöyle anlatır:
"Hazret-i Mevlânânın yanında kırk yıl hizmet ettim. Husûsî odasında ne yatak, ne de yastık gördüm. Bir gece bile, yatıp uyumak ve istirâhat etmek için yanını yere koyup yattığını da bilmiyorum. Mevlânâ hazretleri ezân sesini duyduğu zaman, ya dizleri üzerine oturur veya ayağa kalkarak, ezân bitinceye kadar o vaziyetini hiç bozmazdı. Bütün ömründe hiç ayağını uzatmamış ve yatmamıştır."
Netice olarak Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, tasavvuf deryâsına dalmış bir Hak âşığıdır. İlmi, sözleri ve nasîhatleri bu deryâdan saçılan hikmet damlalarıdır. O, bir tarîkat kurucusu değildir. Yeni usûller ve ibâdet şekilleri ihdâs etmemiştir. Ney, tambur gibi çeşitli çalgı âletleri çalınarak yapılan törenler, ilk defâ 15. asırda ortaya çıkmıştır. İlk mevlevî bestelerinin bestelenmesi de aynı zamâna rastlar. Bu târih, Mevlânâ hazretlerinin yaşadığı devirden 3-4 asır sonradır. Onun Mesnevî'sinde geçen ney kelimesi, bâzı kimseler tarafından çalgı âleti olan ney şeklinde düşünülüp anlaşıldığı için, yanlış olarak, kendisinin ney çalıp dinlediği sanılmıştır. Halbuki Mevlânâ hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmamış ve dinlememiştir.
Mevlana ve Ney
Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, evliyânın büyüklerinden olan Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmamış, mûsikî dinlememiş ve raks yâni dans etmemiş, oynamamış, dönmemiştir. Mesnevî'de 24 bin, Dîvân'da 48 bin beyit bulunmaktadır. Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, Mesnevî'sini nazım yani şiir şeklinde yazarak, düşmanların değiştirmesine imkân bırakmamıştır.
Mevlânâ hazretlerinin Mesnevî'sinden başka; Dîvân-ı Kebîr, Fîhi Mâfih, Mektûbât, Mecâlis-i Seb'a gibi kıymetli eserleri de vardır. Mesnevî'sine her memlekette, birçok dillerde şerhler, açıklamalar yapılmıştır. Bunlardan en kıymetlisi, Mevlânâ Câmî hazretlerinin kitabı olup, bunu da birçok kimse ayrıca şerh etmiş, açıklamıştır. Bunların içinde de, Süleymân Neş'et Efendinin şerhinden elli altı sayfası, yalnız dört beytin şerhi, açıklaması olup, 1847 tarihinde Sultan Abdülmecîd Han zamânında, Matba'a-i Âmire'de basılmıştır. Bu kitapta, Mevlânâ Câmî hazretleri buyuruyor ki:
"Mesnevî'nin birinci beytinde;
Dinle neyden, nasıl anlatıyor, ayrılıklardan şikâyet ediyor denilmektedir.
Ney, İslâm dîninde yetişen kâmil, olgun, yüksek insan demektir. Bunlar kendilerini ve her şeyi unutmuştur. Zihinleri her ân, Allahü teâlânın rızâsını aramaktadır.
Ney, Fârsçada, 'yok' demektir. Bu Büyükler de, kendi varlıklarından yok olmuştur.
Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden hâsıl olmaktadır. O Büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendilerinden, Allahü teâlânın ahlâkı, sıfatları ve kemâlâtı zâhir olmaktadır.
Neyin üçüncü mânâsı, kamış kalem demektir ki, bundan da, insan-ı kâmil kasdedilmektedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de, hep Allahü teâlânın ilhâmı iledir..."
Ayrıca Sultan İkinci Abdülhamîd Han zamânında Ankara Vâlisi olan Âbidin Paşa, Mesnevî Şerhi'nde, ney'in insan-ı kâmil yani yetişmiş, olgun bir veli olduğunu, dokuz türlü ispat etmektedir.
Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ney ve herhangi bir çalgı çalmak, dinlemek, oynamak, zıplamak, dönmek şöyle dursun, yüksek sesle zikir bile yapmazdı. Nitekim Mesnevî'sinde;
Pes zi cân kün, vasl-ı cânânrâ taleb,
Bî leb-ü bî gâm mîgû, nâm-ı Rab! buyuruyor. Yâni;
"O hâlde, sevgiliye kavuşmayı, cân u gönülden iste. Dudağını ve damağını oynatmadan, Rabbin ismini, kalbinden söyle!" demektir.
Netice olarak, Mevlânâ hazretlerinin, insânlara İslâmiyeti anlatıp, sevdirdiği usûle, metoda, yola, Onun ismini çağrıştıran Mevlevîlik adı verilmiştir. Mevlevîlik, sonraları câhillerin eline düşdüğünden, ney'i çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi şeyler çalmaya, dans etmeye, oynamaya, dönmeye başlamışlar, ibâdete harâm karıştırmışlardır. Dînimizin ve Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin beğenmediği bu oyun âletleri, tekkelerden toplanarak, o tasavvuf  üstâdının türbesine konunca, şimdi türbeyi ziyâret edenlerden bir kısmı, bunları, onun kullandığını zannederek aldanmakta ise de, Mesnevî şerhlerini okuyarak, o hakîkat güneşini yakından tanıyanlar, elbette aldanmamaktadır.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol