"MUSTAFA(!)" KEMAL ATATÜRK

Vakti zamaninda yani malûm 12 Eylül döneminde "Atatürk, Atatürk" diye diye Atatürkçülük nasil baltalandi, nasil israf edildi, nasil olumsuz biçimlerde kullanildi, animsariz.

Halamin yasli beyi Ibrahim eniste, "Bunlar her önüne gelen yere Atatürk büstü dikiyor, açilisina da tüm köylüleri zorla katilmaya çagiriyorlar. Milleti Atatürk'ten ve Atatürkçülükten bezdirmeye ugrasiyorlar. Korkarim bu gidisle millet Atatürk'ten de soguyacak!" demisti, hiç unutmam.

12 Eylül mantigi hizla etkisini gösterdi ve geldigimiz nokta ortadadir. Saklisi gizlisi kalmadi artik. Birileri kolayini bulsa Atatürk dönemini ve Atatürk'ü giyabinda yargilamaya yeltenecek.

Bir kesimin, 12 Eylülcülerin yargilanmasini talep etmelerini duymazdan gelenler, kolayini bulsa Atatürk dönemini derhal yargilayip birakitlarini yasaklamaktan geri durmayacaklar.

Usta tiyatro ustalarindan Ali Poyrazoglu'nun Atatürk ve Atatürkçülük konusunda ilginç bir yaklasimi, ilginç bir önerisi var. Okudugumda çok hosuma gitti. Paylasmak isterim.

Diyor ki usta tiyatrocu Ali Poyrazoglu: "Bankacilar paranin sahte olup olmadigini anlamak için, parayi isiga dogru tutup içerisinde ATATÜRK filigrani var mi yok mu diye bakarlar. Siz de bir adamin ne mal oldugunu anlamak için, onu isiga tutun; bakin bakalim içerisinde ATATÜRK var mi, yok mu! Içerisinde ATATÜRK olmayan adamlara iltifat etmeyiniz. Cumhuriyet'e sahip çikiniz ." 

Nasil da manidar ve ne kadar da anlamli, degil mi?

Insanlar, açikça yapamadiklarini, cesurca gerçeklestiremediklerini sinsi biçimlerde uygulamaya koymanin yollarini arayip dururlar.

Çok begenir, içtenlikli izlerdim Can Dündar'in yazilarini ve televizyon etkinliklerini. Ama son günler öylesine iç yakici ve vicdan sizlatici biçimde önümüzde durmakta ki, üzülüyor insan.

Izlemedim "Mustafa"yi. Su durumda izlemek te istemiyorum gerçekten. Çünkü izleyenlerden duyduguma, okuduguma, ögrendigime göre durum hiç hosnutluk verici degil.

Bir bakar miyiz hele, su yorumlara, özetle:

Ayyas, sarhos, kafayi çekince aglamayi hüner sayan, hurdahas bir adam, hodbin, soguk, kalpsiz, çevresine eziyet eden, sözüne uymayani, hosuna gitmeyeni sorgusuz sualsiz asan, kesen, susturan, en yakin arkadaslarini bile kolaycacik harcayan, yardakçilarin doldurusuna gelen, ulustan ve ulusal durustan habersiz, hatta ulusunu, halkini küçümseyen, alay eden, hesap kitap bilmeyen, körü körüne bati hayrani, zevk-ü sefa düskünü… Balodan baloya kosturan, gezen, zampara… Savas alanlarinda bile manita düsünen… Savasmadigi zaman cani müthis sikilan, ordu varken çete kurmaya kalkan, devrimleri intikam için yapan… Dinsiz imansiz... Kendi heykellerini metazori diktiren, megaloman, narsist, bencil… Günde 3-4 paket sigara içen, içki ve sigarayla usul usul intihar eden, psikolojik bunalimda, yalniz, çaresiz, basiretsiz, zavalli bir adam. Sigir sürüsünün çikardigi toz bulutundan bile tirsan, sigir sürüsüyle düsman ordusunu ayirt etmekten aciz biri. Baskomutanlik meydan muharebesinin taktigini falan baskasindan araklamis.

Oysa biz O'nu misir tarlasinda karga ürkütmesiyle degil, topraklarimiz üzerinden les kargalarini kovalamasiyla tanimistik. Fikriyeyle, Ayseyle, Fatmayla degil, emperyalizmin ezmeye çalistigi tüm uluslara örnek olan düsünceleriyle kazinmisti bellegimize.

O'nu, kendisini çaresiz hisseden birisi olarak degil de tüm gücünü Ulusal Mücadele döneminde bastan basa tek yumruk olan ulusundan alan ulu yüregiyle sevmistik.

Içki masasindan kalkmayan bir "ayyas" olarak degil, "Yedi Düvel"le oturdugu masaya yumrugunu vurup Sevr'i kirli bir paçavra gibi suratlarina firlatan kararliligiyla özümsemistik.

Küçük yasta ögretmenine duydugu öfkesini, ilerleyen zamanda da devlet yönetimine karistiracak denli basit bir insan olarak degil; tüm dünyanin begeniyle izledigi ve andigi ilerici görüslerini sönmez bir mesale gibi yükseklerde tutarak bir ulusun kara günlerine meydan okuyan büyük devrimci kisiligini ezberlemistik.

Aslinda akli basinda hiç kimseyi ilgilendirmeyecek özel yasamini öne çikarmak degil; insanliga ve dogaya ne kadar özenli oldugunu ögrenerek saygi duymustuk.

O'nu "Mustafa" olarak degil, Mustafa Kemal Atatürk olarak anlamis ve anlatmistik.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün asil özelligi antiemperyalist olusu, tam bagimsizlik ilkesinden ödün vermeyisi degil midir? Asil anlatilmasi gereken bu özellikleri degil midir?

Simdilerde, Atatürk'e diktatör diyen o Avrupa'dan ya da Amerika'dan birkaç ay içinde birilerine 'Mustafa'dan ötürü ödüller yagmaya baslarsa sasirmamaliyiz. Bazi insanlar özellikle Sevket Süreyya'nin 'Tek Adam'ini,  Atatürk'ün 'Söylev'ini tekrar ve bu sefer anlayarak okumali ve O ender insana "Mustafa" degil de Atatürk demeyi ögrenmeliler!

Bu film, Atamizin gece hayatini, içkiyi seven, din karsiti, demokrasi denemesine ragmen en yakin dostlarini ipe gönderecek bir diktatör oldugu ima ediyor.

Bizi ilgilendiren yedikleri içtikleri midir, yoksa yaptiklari midir?

Sonuç olarak bu belgeselden sonra eski Can Dündar, gerçekten Can Dündar olmaktan çikmistir. Belki de bu yapim bir tür maksatla yapilmis: Ya Cumhuriyet'in ve Kemalizm'in ilkelerine ters düsüp yapay dincilerin ve bir takim maceraperestlerin ekmegine yag sürer bir hale gelmek ya da entelektüel anlamda Türkiye'de vatan sevdasini, Atatürk sevdasini yitirmis kimi sanatçilar ve yazarlar gibi dogru bilinen ve kabul edilen degerlere radikal ve uygunsuz bir sekilde ters düsüyor olmanin sanat oldugunu düsünmeye baslayan birinin halki yaniltmak girisiminin göstergesini sunmak için. Buyrun, ikinci bir Orhan Pamuk. Gereksinim var miydi gerçekten?

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol