LOZAN MÜBADILLERI VAKFI

Dünya, dünya olalidan beri… Dünyanin üstünde ilk insan var olalidan… Insanlar hep bir yerden baska bir yerlere tasinmislar.

Günlük yasamimiza bile baktigimizda, surdan suraya bir biçimde gidip gelen, varan dönen insanlar oldugumuzun bilincine variriz.

"Türk insani göçte dogar, gurbette ölür" diyordu hocamiz.

"Türklerin ana yurdu Orta Asya'dir" diye ögretildi ya bizlere daha ilkokul siralarinda.

Okudukça ögrenmeye, algilamaya gayret ettik anayurt neymis, babayurt neymis.

Maalesef insanlar dogduklari yerde kalamiyor genel olarak. Ben suraliyim, suranin yerlisiyim, diyecek bir babayigit var midir yer yüzünde?

Türklerin Orta Asya'da baslayan serüveni, Kirim, Horasan taraflarina tasindiktan sonra orada da dur durak bilmemis, önce Anadolu'ya, oradan peyderpey Balkanlara, Balkanlarin çesitli yerlerine… Simdiki Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Arnavutluk, Macaristan hatta Viyana kiyilarina kadar varip dayanmislar.

Uzatmayayim… Savaslar, savaslar ve yine savaslar… 1800'lü yillarin sonlarinda artik daha bir belirleyici savaslar yasanmaya yüz tutmus Avrupa topraginda. Asya da sonuna dek etkilenmis bundan tabi. Avrupa savasir da Türkler içinde olmaz mi? Türkler savasin içinde olur da Araplari ilgilendirmez mi? Ruslar zaten savasin her daim belirgin bir bileseni degil midir?

Böyle iste uzun sözün kisasi. Savasa vurusa ve ordan oraya tasinarak geçmis insanlik tarihi.

Kisacasi, insanlar hep göçmüsler, hep göçmedeler. Özellikle hizlanan göç dalgalari, 1922'de biten Türkiye topraklarindaki Kurtulus Savasi sonrasi tetiklenmis. Türkiye Trakyasi'nda kalan Yunanlar, genel anlamda Rumlar ve Bulgarlar; bir tarafta Ermeniler, öbür yanda Yahudiler… Tabi ki Türkler ve kendini Türkiyeli sayanlar…

Bu göçlerin bir adina "mübadele" denmis. "Degisim" gibi bir sey. Degisim derken evrimlesme içerikli degisim degil tabi. "Takas" gibi, "degis-tokus" gibi. Pek çogu zorunlu. Ister istemez yani. Iste acinin hassi ve katmerlisi de o zaman basliyor. En son yasanan 1989 olaylarini, acilarini taptaze saklamaktayiz belleklerimizde ve yüreklerimizin en kanayan tarafinda.

Kaçinilmaz oluyor bir yandan. Çünkü her aileye, her topluma, her ülkeye istikrar gerekli. Istikrar dedigin de vurus kirisin, bagris çagrisin, kargasanin ve kararsizligin arasinda yakalanamiyor ne yazik. Yasadigi ortamda huzuru kaçan insan, yasamin dayanilmaz, çekilmez duruma gelisinden sonra çareyi o ortami terk etmekte buluyor ve yükleniyor yükte hafif olanlari, dökülüyor yollara, göçüyor.

Buradaki oraya, oradaki buraya. Sür sök göçülüyor.

Türkiye'den Yunanistan'a göç eden insanlar, kültür, sanat ve folklorik degerlerini korumak için çesitli etkinlikler yapmak geregini duymaya basliyor. Bunun için de kendi aralarinda dernekler, vakiflar kurarak örgütlenmek, kültür ve sanat merkezleri olusturmak, arastirma enstitüleri, müzeler kurmak gerekliligini algiliyorlar.

Buna karsilik, Yunanistan'dan Türkiye'ye göç edenlerin ise yaygin ve etkin bir örgütlenme içine girmedikleri gözlemleniyor. Bir kaç akademisyenin disinda bu konuya egimli, bu konuda bir seyler yapmak girisiminde bulunan örgütlü ve bilinçli bir devinime rastlanmiyor.

Oysa insanlar kitle olarak bir yerden bir baska yere giderken yani göçerken  bilgi birikimlerini, kültür, sanat ve folklorik degerlerini, türkülerini, masallarini, dügünlerini, kinalarini, agitlarini, acilarini, gelenek ve göreneklerini, atadan getirdikleri aliskanliklari da beraberinde tasiyorlar. Birileri, kültürün olusumunda önemli etkisi olan degerlerin, toplumlari kendine has kilan öz yasam biçimlerinin ciddi biçimde ve bilimsel olarak arastirilmasinin önemli bir görev oldugu gerçegini aklina getiriyor. Her iki ülke topraklarinin tarihi zenginligi ve mirasi kabul edilmesi gereken kültür varliklarinin yeterince korunmamis oldugunu düsünüyor. "Insanlik Mirasi" olan bu kültürel varliklara sahip çikilmasi için her iki ulusun ve uluslararasi kültür kurumlarinin duyarli olmasini saglayacak çabalara gereksinim oldugu gerçegini göz önüne alarak, her iki ülke halklarin yakinlasmasinin dünya barisi açisindan ne denli önem tasidigi gerçegini ortaya koyuyor.

Yil 1999. Türkiye ve Yunanistan'i sarsan tarihsel deprem. Birbirine oldum olasi düsmanlik duygulari körüklenen ama dünya cografyasinin ayni noktasini yanyana paylasmak ve bu cografyanin getirdigi kaçinilmazliklari birlikte gögüslemek kosullarinin kaçinilmazligini yasayan iki ulus, iki halk, bir kez daha gerçeklerle yüz yüze kaliyor. 17 Agustos 1999'da meydana gelen Körfez depremi ve 7 Eylül 1999'da meydana gelen Atina depremi, iki ülke insanini tasada bir araya getiriyor yeni bastan. Zaten tarihte bu iki tür halk kesimini tasada hep basbasa birakmisti birileri. Bu kez dogal yasalar islemeye yeltendi ve bir kez daha tasada bulustu iki ülke insani. Iste o zaman bir kez daha gördü aslinda baris ve dostluk duygulari isisinda ve isiginda yasamak zorunlulugunu.

Yasanan bu dostluk havasinin kalici olmasi ve giderek diger halklara örnek olmasinin kosullarinin da her iki ülke göçerleri arasindaki iletisimin güçlendirilmesi ile olusturulabilecegini düsünüyor ve bu nedenle Türkiye'deki göçerlerin bir an önce örgütlenmesi gerektigine inaniyorlar.

Iste bu gerçekleri göz önüne alanlar… Bir grup mübadil, mübadil çocugu ve torunu bir araya geliyorlar. 1999 yilinin Kasim ayinda bir girisim olarak baslattigimiz çalismalar, 30 Kasim 2000 tarihinde hazirlanan ve noterde onaylatilan vakif senedinin 25 Nisan 2001 tarihinde tescil edilmesiyle tüzel kisilik kazaniyor. "Lozan Mübadilleri Vakfi" böyle doguyor ve iki ülke arasinda bir baris köprüsünün daha temeli atilmis oluyor. Vakfin tescili 25 Mayis 2001 tarihinde Resmi Gazetede yayinlanarak kesinlesiyor.

Kurulus amaci kisaca:

"1922 mübadelesinde Türkiye'ye gelmis ailelerin çocuklari tarafindan atalarinin kültürünü arastirmak, atalarinin hafizalarinda kalan bilgileri, anilari kayit altina almak amaciyla Türk-Yunan Sivil Diyalogu'nu gelistirmek. Baris kültürünü olusturmak.

Kolayliklar olsun.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol