25 mart 2008 Sali günü bu konferanslarin üçüncüsü Kirklareli Üniversitesi Kavakli Yerleskesi'nde gerçeklesti.
Oradaydim. Birkaç açidan orada olmam gerekiyordu.
Nedir, bilir misiniz? Karaçam'in bu konferanslarda gençlere verdigi bilgileri en kolayindan elde ediyorum. Para saymiyorum, okumak hatta arastirmak için emek ve zaman harcamiyorum. Oturuyorum Karaçam'in karsisina, çikariyorum kâgidimi kalemimi, anlattiklarinin önemli bölümlerini çala kalem yaziyorum.
Bilgileniyorum. Kirklareli'nin asirlar öncesinden haber veriyor Karaçam. Neler anlatmiyor neler ve neler anlatiyor bir bilseniz.
25 Mart tarihli Önadim gazetesindeki yazisi çok ilginçti Karaçam'in. Kirklareli'ni temsil edenlere göndermeler yapmis.
Genelde insanlari betimlemis. Özelde, Kirklareli'de etkin durumda olanlara getirmis sözün ucunu. Karagöz'ün, açik sözlü, dürüst, gerçekçi, namuslu, agzi lâf eden, yerine göre patavatsiz, gerektiginde fitne fücur, kaba saba ama bildigini söyleyen açik sözlü, namdar bir Kipti önde geleni, bir halk adamini temsil ettigini… Türkçe ve halkça konusuyor kisaca.
Bursa'da Hacivat diye biri yasiyor. Hacivat'in, her telde oynayan, her ipe gelen, anlik durumu kurtarmak ugruna her türlü kivrim yetenegine sahip, isine geldiginde yaklasan, konusan, isine gelmediginde kaçan, uzaklasan, susan, elitçi ve seçkinci davranmaya çalisan ama kaprisli ve çokbilmis görünen tipleri temsil ettigini belirtmis.
Karagöz, kalkip Bursa'ya gidiyor ve Hacivat'i buluyor.
Padisah, bir cami insaati istiyor birilerinden. Hacivat, o cami insaatinda çalisiyor ya Karagöz de ayni ise giriyor. Iyi ama Karagözün gelisinden sonra isler yavasliyor, durma noktasina geliyor. Padisah, bunun nedenini sorup arastirdiginda, Karagöz'le Hacivat'in çok konustuklarini, isçileri güldürerek, düsündürerek eglediklerini ögreniyor. Bunun üzerine astiriyor ikisini de. Kimbilir, Hacivat siyirmis olabilir idamdan belki. Hani, "Haciyatmaz!" denir, belki oradan kalmistir.
Toplumda her zaman Karagözlerin ve Hacivatlarin bulundugunu vurgulamis. Yine olagan üstü begendigim bir yaziydi. Konu ilgisini çekip okumayanlar, 25 Mart 2008 tarihli Önadim gazetesini bir biçimde bulmaya gayret edip okumaya çabalasinlar.
Yasam, girgir geçmege gelmiyor. Nazim'in dedigi gibi: "Yasamak ciddi istir kardesim!"
Sehirlerin yasamlari da insan yasami gibi. Tipki bir canli gibi. Orman gibi, doga gibi. Sehirlere özen gösterirsen sehir, adam gibi sehir oluyor. Zinde kaliyor, yararli kaliyor.
Özen göstermezsen n'oluyor? Harabe.
Insana öyle geliyor ki, her ile, her sehre bir Karaçam gerekli gibi… Neden derseniz! Inanin abartmiyorum, seninle, benimle olmuyor bu is. Bizler duyduklarimizi, yorumlarimizi, bir yerde bir biçimde rastladiklarimizi anlatiyoruz.
Karaçam, 78'ini dolduruyor bugünler. Altmis yildir okuyup arastiriyor, yaziyor, konusuyor, çabaliyor… Hem de kisisel olumsuzluklarina karsin. Kisisel olumsuzluklarini bilen biliyor. Yani, "Bir Allah bilir, bir ben!" denir ya. Bir kendi bilir bir de Hak-Erenler. Buna karsin, okumaktan, arastirmaktan, gece yarilari saat birlerde ikilerde yazilar yazip gazetelere göndermekten geri durmuyor. Öylesine bir çaba. Niye? Kendisi için mi? Hayir. Geri bir seyler birakabilmek için. Alan alir. Almayan baka kalir.
Yazdiklari, yazarak anlattiklari yetmiyor da… 25000 (yirmi bes bin) makale, ne demek?
Yani, sanki Karaçam olmasa, basta Kirklareli olmak üzere Trakya bilgi birikimi bakimindan öksüz, yetim kalacakmis gibi bir duygu uyaniyor insanda.
"1976'da Cumhuriyet gazetesi muhabiriydim. 'Erbakan, kamyonlarla, çimentolarla, kazma küreklerle temel atmaga geliyor!' dediler. Babaeski'de Tarim Aletleri ve Makineleri Fabrikasi kurulacakti. Temeli atti Erbakan. Fabrikanin insaati yillarca sürdü. Bir türlü bitirilemedi. Fabrika kurulamadi velhasil. Sonradan bu insaatin Tarim Ilaçlari Fabrikasi'na dönüstürülmesi konusuldu. O da olmadi. Yine de bir takim binalar yapildi yapilmasina. Sonunda o binalar Trakya Üniversitesi'ne baglandi," diye tarihi anlatti gençlere. Evet, yakin tarihti belki kimilerine göre ama anlattigi yillar o gençlerin dogumlarinin yaklasik on bes yil öncesi.
Sanki biz yasiyorduk, bir yerlerdeydik te, kaçimiz biliyor. Örnegin ben bilmiyordum. Ögretmen okulunu bitirmistim o yil ve Erzurum'a gitmistim ögretmen olarak.
1977 seçimleri öncesi Erbakan Lüleburgaz'a gelmisti de halka, "Sevgilii Lüleburgazlii hamsahrileriiim! Milliii Seelâââmet Partiisiii olarak sizleriii Allaaahin izniiyle Müslümaaan yapmaya geldiiik" demisti de… Erzurum'daydim. "Erbakan Lüleburgaz'da taslandi," diye dinlemistim haberde. Belki ayni siralara denk geliyordur, bilemem.
Kirklareli Üniversitesi'nin ilk ögrencileri olmak ayricaligini yasayan bu gençler, bu bilgileri ilk agizdan aliyorlar. Ne mutlu onlara.
Trakya'da demiryolu çalismalarinin 1873'lerde basladigini söyledi. Kirklareli'nin 1911 yilinda demiryoluna kavustugunu. Birinci Dünya Savasi'nin en büyük bölümünün bu demiryolu üzerinde yasandigini vurguladi. Demiryolunun toplumlarin yasaminda ne kadar önemli oldugunu bir kez daha çarpti suratimiza, suratlarimiza. Bilmeyenlere, duymayanlara…
Kirklareli'nin tarihte 19 tane isminin oldugunu söyledi ve bunlarin en önemlilerinden iki üzerinde durdu.
Birincisi: Taranta Eklesyas. Kirk Kilise demekmis. Bitistirelim: Kirkkilise. Ayni zamanda Kirkkilise o zamanlar bir de Kiptiyana olarak ta bilinirmis. Romanlarin yönetim merkezi imis.
Ikincisi nedir, bilirsiniz: Lozengrat. Yani, Bag Kenti. Kirklareli'nin yüz, yüz elli yil öncelerini getirdi gözümüzün önüne. Baglariyla ünlü, sarabiyla, hardaliyesiyle. Hardaliye adeta ulusal bir mesrubatmis. Atatürk, "Hardaliyeyi uluslar arasi bir içecek durumuna getirin!" demis. Kime demis?.. Kim duymus, kim uymus?
Simdi bütün baglar sökülüp atilmis. Sarabi sagdan soldan aliyoruz. Bir de köylerde, örnegin Kizilcikdere'de, hangi yöntemlerle yapildigini bilmeden… Bilimsellikten uzak, keyfiyetin salasliginda üretilmis köpeköldürenleri, güya ucuzmus diye tercih ediyoruz. El, bir yerlerde elli yillik, bilmem kaç yüz yillik saraplar içer. Biz günlük tüketiyoruz köpeköldürenleri.
Badem diyariymis eskiden. Simdi badem sözcügü bu sehirde yalnizca bir mahallenin adi olarak kalmis. Kirklareli kaynakli badem yiyen veya gören varsa bir aralik bir tanecik te olsa bana da getirsin, rica ediyorum.
"Gelenekleri, yerel kültürleri yaratan halktir. Avrupalilar bizlere 'okuma özürlü insanlar' diyor. Okumamak için direniyoruz," dedi. Onun dogrucusuyum. Bir de fikramsi öykücük aktardi, bir film sahnesi: Filmin kahramani alti kisiyi öldürüyor ve bunu arkadasina söylüyor. Arkadasi dehset ve saskinlik içinde, "Peki, onlari nasil yok edeceksin, nereye gizleyeceksin?" diye efkârlaniyor. Adam gayet sakin: "Türkiye'de bir kütüphaneye gömecegim," diyor. "Çünkü Türkiye'de kütüphanelere ugrayan olmaz!" Iyi mi?
"Yani," diyor, "Kültürel bakimdan Avrupa'yla aramizda 600 (alti yüz) yil var. ABD'yle 2000 (iki bin) yil."
Bir bakin, ABD ve Avrupa nelerle ilgileniyor, biz nelerle bogusuyoruz!
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol