Egitimin ve Egitim Emekçilerinin sorunlari agirlasti!

Egitim Sen "2011-2012 Egitim Ögretim Yili Ilk Yariyili sonunda bir degerlendirme raporunu kamuoyu ile paylasti. Egitim -Sen Kirklareli Åzube Baskani Seyfi Meriç, egitim emekçilerinin sorunlarini gündeme tasidigi raporunda sunlari kaydetti;
"2011-2012 egitim-ögretim yilinin ilk yarisi 20 Ocak Cuma günü sona erdi. Geçtigimiz yariyil içinde önceki yillardan birikerek artan sorunlar yetmezmis gibi, egitimde yeni sorunlar ve olumsuzluklarla karsi karsiya kalinmistir. Geçtigimiz dokuz yilda egitimde yasanan ticarilestirme ve egitimi dinsellestirme uygulamalari, geçtigimiz yariyilda oldugu kadar yogun yasanmamistir.  
2011-2012 egitim-ögretim yilinin ilk yarisinin sonu itibariyle Türkiye'de egitim sisteminin artik kroniklesen sorunlari bütün agirligiyla varligini sürdürmektedir. Egitimin temel bir insan hakki olmasi, kamusal finansman yoluyla bütün yurttaslara esit ve parasiz olarak sunulmasi gerekirken, önceki hükümetlerin izinden giden AKP Hükümeti döneminde, egitim hakki ayni zamanda bir kamu hizmeti olmaktan çikarilarak piyasa iliskileri içine çekilmis ve ticarilestirilmistir. 
9 yillik AKP iktidari, piyasaci ve özellestirmeyi temel alan egitim politikalari ile egitimi ve egitim sistemini içinden çikilmasi güç bir duruma sürüklemistir. AKP bu süreci, bir taraftan yogun siyasi kadrolasma çabalariyla yürütürken, diger yandan demokratik, laik, bilimsel ve anadilinde egitim talepleri görmezden gelinmis, bu yöndeki talepleri savunanlar adli ve fiili baskilarla sindirilmeye çalisilmistir. 
Milli Egitim Bakani Ömer Dinçer, göreve gelmesinden kisa bir süre sonra "ögretmenlerin 3 ay tatil yaptigini" iddia etmis, ögretmenlerin okullarda "sabah 8, aksam 5 mesai" yapacagini açiklamistir. Ayni Bakan, atamasi yapilmayan 300 bin ögretmene "atanamiyorlarsa baska is yapsinlar" diyerek egitime sasi baktigini ortaya koymustur. Ögretmenlerin 3 ay tatil yapmadigini çok iyi bilen Milli Egitim Bakani, egitim alaninda hayata geçirilecek projelerine kamuoyu destegi saglamak için egitim emekçilerini kullanmis ve esas amacinin egitimde angarya çalisma uygulamalarini hayata geçirmek oldugu kisa sürede anlasilmistir.
2011-2012 egitim ögretim yili basindan itibaren ögretmenler asli görevleri disinda "Ögrenci Koçlugu", Egitim Harcamalari Anketi (TEFBIS), Ilkögretim Kurumlari Standardi Anketi (IKS), mahallelerde okuma yazma bilmeyenlerin tespiti , vb gibi ek çalismalar yapmaya baslamislardir. Egitim-ögretim yili basinda gündeme getirilen ADEY, RIDEF, RITA, "Aile Ögretmenligi Projesi" "Ana-kiz okuldayiz" projesi vb gibi uygulamalarla, ögretmenleri mesai saatleri disinda angarya ve esnek çalistirmaya dönük çalistirma uygulamalari hizlanmistir. Egitim emekçilerini daha yogun çalistirmayi hedefleyen performans degerlendirme uygulamasi pilot illerde baslamistir. Artan is yükü nedeniyle egitim emekçilerinin görevini saglikli bir sekilde yerine getirmesi her geçen gün zorlasmaktadir. 
Egitime Yönelik Piyasaci Hamleler ve Egitimi Dinsellestiren Uygulamalar Sorunlari Arttirdi
9 yillik AKP iktidari döneminde egitimin ticarilestirilmesi uygulamalari ile egitim sisteminin dinsellestirilmesi uygulamalari birbirine paralel olarak hayata geçirilmistir. Bir taraftan okullar kar-zarar hesabiyla tipki piyasada faaliyet gösteren "sirketler" gibi isletilirken, müfredatin irkçi, gerici ve cins ayrimci ögeler içermesi, basta Felsefe dersi olmak üzere pek çok derste dini referanslarin belirgin bir sekilde arttirildigini gözlemlemek mümkündür. 
Egitimin toplumun gelecegi açisindan tasidigi önem dikkate alindigina, egitim müfredatinin biçimlendirilmesinden pratik uygulamalara kadar hemen her alanda dini ögelerin Milli Egitim Bakanligi tarafindan egitim sürecine adim adim eklemlenmeye çalisilmasi dikkat çekicidir. Okullardaki sayisiz uygulamalardan, yardimci kaynaklarin içerigine kadar her araç, egitimin dinsellestirilmesi dogrultusunda kullanilmistir.  
Pedagojik açidan çok ciddi sakincalari bulunan Kur'an kurslarindaki yas sinirinin kaldirilmasi, bu anlamda atilan önemli adimlardan birisidir. Daha önce, Harun Yahya'nin evrim teorisine karsi çikardigi ve hiçbir bilimsel degeri olmayan "Yaradilis Atlasi" adli kitabi Türkiye'deki bütün Biyoloji ve Felsefe ögretmenlerinin adina okullara gönderilmis, Milli Egitim Bakanligi ögretmenlerin adlarinin söz konusu kisilerin eline nasil geçtigini açiklayamamistir. Türkiye'nin çesitli illerindeki okullarda dönem dönem dini içerikli kitaplariyla taninan yazarlarin katilimiyla toplantilar düzenlenmis ve ögrencilerin bu yazarlarin kitaplarini alip okumalari özendirilmistir. 
Egitim müfredatinin degistirilmesi sürecinde önerilen "100 Temel Eser" içinde yer alan pek çok hikayede kisaltma ve düzeltmeler yapilarak bu kitaplar Islami söylemler esliginde yeniden düzenlenmistir. Kitap listesinin içinde dilinde en çok degisiklik yapilan kitaplardan birisi Pinokyo'dur. Kitap yine bazi yayinevleri tarafindan Islami söyleme uydurularak piyasaya sürülmüstür. Sefiller, Robinson Crusoe (Timas), Insan Ne ile Yasar, Heidi (Nehir), Hikayeler-Cehov, Andersen Masallari, Mutlu Prens, Polyanna (Damla), Üç Silahsörler, La Fontaigne'den Seçmeler gibi kitaplar dini söyleme uydurulan kitaplardan bazilaridir. Özgün metinler, kitaplara ekleme, çikarma, çarpitma gibi yollar kullanilarak degistirilmistir. Egitim Sen, o dönem 100 temel eser ile ilgili olarak yayinladigi açiklayici brosürle (100 Temel Eser Niçin Temel Eser Degil, Ocak 2008) bütün bu kitaplardaki dini söylemleri ayrintili olarak açiklamistir. 
Zorunlu egitimin kendi içinde kademelendirilerek 4+4+4 seklinde 12 yila çikarilmasi için çalismalar yapildigi basina yansimistir. Ilkögretimin bir bütün olarak degerlendirilmesi yerine 4+4 seklinde belirlenmis olmasi, ister istemez imam hatip okullarinin orta bölümlerinin yeniden canlandirilmasi tartismalarini gündeme getirmistir. Her ne kadar düzenleme "meslege yönelme" seklinde ifade edilse de, ilkögretim dördüncü sinifta okuyan bir çocugun pedagojik olarak, kendi iradesiyle meslek seçimine yönelmeyecegi ortadadir. Egitim Sen, egitimin 2 yil okul öncesi 9 yil kesintisiz ilkögretim ve 4 yil da ortaögretim olmak üzere toplam 15 yila çikarilmasini önermekte, bunun için gerekli altyapi çalismalarina bir an önce baslanmasini savunmaktadir. 
Yine önceki yillarda Valilikler ve Milli Egitim Müdürlükleri tarafindan verilen izinlerle bir takim dernek ve çevreler tarafindan birçok il ve ilçede okullar ve ögrenciler üzerinden organize edilmeye çalisilan ve neredeyse ulusal bir etkinlik düzeyine çikarilan "Kutlu Dogum Haftasi" geçtigimiz yil yayimlanan Milli Egitim Bakanligi genelgesiyle okullarda dini siyasete alet eden yaklasimlar esliginde yayginlastirilmistir. Geçtigimiz haftalarda Diyanet Isleri Baskanligi'nin ilkögretim okulu ögrencilerine "umre ziyareti" yapilmasi ile ilgili yazisinin Milli Egitim Bakanligi tarafindan "acele ve günlü" olarak 81 ildeki bütün okullara gönderilmesi ve okullardan ögrencilerin listesinin istenmesi egitimin dinsellestirilmesi uygulamalarinin geldigi noktayi görebilmemiz açisindan önemlidir.  
Yillardir ülke gündeminde olan "zorunlu din dersi" uygulamasi, AIHM ve yüksek yargi kararlarina ragmen sürdürülürken Milli Egitim Bakanligi, her firsatta din dersi verilen alanlari artirmaya çalismistir. Normal çocuklara din dersinin zorunlu oldugunun tartisildigi bir dönemde Bakanlik, otistik çocuklara da din kültürü ve ahlak bilgisi dersini zorunlu hale getirerek, egitimin dinsellestirilmesi uygulamalarinda sinir tanimadigini göstermistir. Üstelik bu yapilirken otistik çocuklarin en fazla ihtiyaç duydugu ders saati azaltilmistir. Beden Egitim dersi 4 saatten 3 saate indirilerek Din Kültürü dersi konulmustur. Üstelik okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi ögretmeni olmadigi durumlarda bu derslerde beden egitimi ögretmenleri görevlendirilmistir. 
Egitimde dinsellestirme uygulamalari sadece burada belirttiklerimizle sinirli degildir. Bu uygulamalar, egitimin gün geçtikçe kroniklesen sorunlari ile birlikte degerlendirildiginde karsi karsiya oldugumuz sorunun büyüklügü daha iyi anlasilmaktadir. 
Milli Egitim Bakanligi Fatih Projesi (Firsatlari Artirma ve Teknolojiyi Gelistirme) kapsaminda yaklasik 12 bin tablet bilgisayar dagitilacagini, okullarin bin 496 akilli tahtayla donatilacagini açiklamistir. Fatih Projesi kapsaminda Ulastirma Bakanligi ve Vestel Elektronik istiraki Vestel Dijital Üretim arasinda akilli tahtalar için 339.6 milyon liralik bir sözlesme imzalanmis ve egitim hizmetinin giderek derinlesen sorunlarinin üstü süslü söylemlerle kapatilmak istenmistir. 
Firsat esitligini Fatih Projesi ile saglayacagini söyleyen MEB'in sadece sermaye çevrelerine, büyük sirketlere böylesi projelerle borsadaki hisselerini harekete geçirecek büyük firsatlar sundugu açiktir. Yillardir isaret ettigimiz ve çözümü noktasinda da çesitli önerilerde bulundugumuz kronik egitim sorunlarini görmek istemeyen MEB'in öncelikli olarak Fatih Projesine egilmesi manidardir. Sorunlarin altini her çizdigimizde bütçenin kisitliligindan bahsedenlerin milyonlarca liralik ihaleler gerçeklestirmesi ile kimlere firsat yaratilmak istendigi açikça görülmektedir. 
Egitimi "teknoloji odakli" hale getirmek isteyen MEB'in Bilisim Teknolojisi dersini 4. ve 5. siniflarda kaldirmasi; 6, 7 ve 8. siniflarda da seçmeli hale getirmesi ile Fatih projesi ile ulasilmasi istenen hedefler arasinda ciddi bir çeliski bulunmaktadir. Egitim sistemi içinde çesitli proje ve modellerle büyük sirketlerin bir daha çikmamak üzere sokulmak istenmekte, egitim hizmetinin tamamiyla ticarilestirilmesi hedeflenmektedir. 
2011-2012 egitim ögretim yilinin birinci yariyili itibariyle egitimde yasanan diger sorunlar sunlardir; 
- AKP'nin egitime bütçeden yüksek oranda pay ayrildigi ve okullasma oranlarindaki artisa iliskin çizdigi olumlu tabloya karsin yaklasik çok sayida çocuk egitim hakkindan yararlanamamaktadir. Bakanlik, özellikle okul öncesi egitim oranlarinin arttigini iddia etse de, adrese dayali kayit sistemine göre açiklanan rakamlar gerçegi yansitmamakta, Türkiye'nin pek çok bölgesinde, özellikle okul öncesi egitimde kayitlarda görülen ögrenci sayisi ile okula devam eden ögrenci sayisinda belirgin bir fark bulunmaktadir. MEB, pek çok konuda oldugu gibi, bu konuda da sadece kendilerine iletilen rakamlari açiklamakta, bu rakamlarin gerçegi yansitip yansitmadigi ile ilgili herhangi bir inceleme yapma ihtiyaci hissetmemektedir. 
- Okullarin fiziki yapi ve donanim açisindan yasadigi eksiklikler saglikli bir egitim hizmetinin verilmesini güçlestirmektedir. Okullarin büyük bölümünde araç-gereç, kütüphane, altyapi donatim yetersizlikleri sürmektedir. Ögrenciler, büyük kentlerde 40-50 kisiye varan kalabalik siniflarda, kirsal kesimde ise birlestirilmis siniflarda ögretim görmeye çalismaktadir. Sadece ilkögretimde ögrencilerin OECD ortalamasi olan 22 kisilik siniflarda saglikli bir biçimde tekli egitim görebilmeleri için gerekli olan derslik sayisi 163 bin 309'dur. 
- Resmi rakamlara göre Türkiye'de ilkögretimde derslik basina ortalama ögrenci sayisi 31, orta ögretimde 34, Istanbul, Ankara, Izmir, Bursa, Adana, Mersin, Gaziantep, Urfa, Diyarbakir, Batman, Van ve Agri'da derslik basina ortalama ögrenci sayisi Türkiye ortalamasinin üzerindedir. Sadece Istanbul'da derslik basina ortalama ögrenci sayisi ilkögretimde 45, orta ögretimde ise 41'dir. 
- Türkiye'deki okullarin halen üçte ikisinde ikili, üçte birinde tekli egitim yapilmaktadir. Sinif mevcutlari geçmise göre azalmasina karsin, özellikle yoksul, emekçi ailelerinin yasadigi bölgelerdeki okullarda kalabalik siniflarda egitim-ögretim yapilmaya çalisilmaktadir. Kalabalik siniflarda egitim hem ögretmenler hem de ögrenciler açisindan önemli bir sorun olmayi sürdürmektedir. 
- Birlestirilmis siniflar ve tasimali egitim uygulamasinin yayginligi egitim sisteminin öncelikli sorunlari olmayi sürdürmektedir. 2011-2012 egitim ögretim yili itibariyle 15.961 ilkögretim okulu tasimali egitim kapsamina alinmistir. Ülke genelinde tasima merkezi ilkögretim okullarinin sayisi ise 5.956'dir. 
- Yatili Ilkögretim Bölge Okullari'nda (YIBO) egitim gören ögrenci sayisi ciddi bir artis göstermistir. 2002-2003 egitim ögretim yilinda 546 YIBO'larda okuyan ögrenci sayisi 166 bin 543 iken, 2011 yilinda YIBO sayisi 539'a düsmüs, ancak YIBO'da okuyan ögrenci sayisi 247 bin 563'e yükselmistir. Süreç içerisinde okullasma sorununa temel çözümün bu kurumlar eliyle gerçeklestirilecegi beklentisi olusturulmustur. Oysa temel olarak yapilmasi gereken, her çocugun kendi ikamet ettigi yerde okul, derslik ve ögretmen açigi sorununun giderilmesi ve bu yolla çocuklarin kendilerinin ve ailelerinin ikamet ettikleri yerlerde egitim görmelerinin saglanmasidir. Bu sürecin bir an önce gerçeklestirilmesi için acil düzenlemeler yapilmali ve YIBO'lar en kisa sürede kaldirilmalidir. 
- AIHM kararlarina ragmen zorunlu din dersi uygulamasinda israr edilmekte, basta Aleviler olmak üzere baska inançtan olan ya da herhangi bir inanisi olmayan ailelerin çocuklarina yönelik ayrimci uygulamalar sürmektedir. 
- Egitimde "ticarilestirme" ve "özellestirme" uygulamalari bütün hiziyla sürmekte, kamu-özel ortakligi çerçevesinde okullarda kamusal finansmanin yerini büyük ölçüde özel kesimden, sirketlerden saglanan finansmana birakmaktadir. Ayrica son yillarda egitim alaninda sirketlerin sponsorlugu, devlet/kamu okullari arasinda gelir ve ticari faaliyetlere göre hiyerarsinin, bu baglamda "ayricalikli devlet okullari"nin ortaya çikmasina neden olmustur. 
- Egitim sistemimizin bir diger önemli konusu anadilinde egitim konusunun henüz çözülememesinden kaynakli sorunlarin artarak sürüyor olmasidir. Anadilinde egitim, çocuklarin zihinsel gelisimlerinin, ögrenme yeteneklerinin ve saglikli bir kimlik edinmelerinin olmazsa olmaz kosullarindandir. Ilkögretim çagina kadar kendi anadili ile dünyayi ve çevresini taniyan çocugun, herhangi bir geçis süreci yasamaksizin yabancisi oldugu bir dil ile egitime baslamasi, pedagojik açidan kabul edilmez bir durumdur. Türkiye'de milyonlarca çocugun kendi anadillerinde egitim hakkindan yoksun birakilmasi, çocukluktan itibaren zihinsel gelisimi ve kimlik edinme sürecini olumsuz etkilemektedir.
Egitim hakkinin gerçeklesebilmesinin ve egitimde firsat esitliginin saglanmasinin kosullarindan birisi çocugun anadilini ögrenmesi ve anadiliyle egitime baslamasidir. Egitimin yukarida dile getirilen amaçlarina yönelik olarak basariya ulasmasi da ayni sekilde anadiliyle yakindan ilgilidir. Anadilinde egitim hakki, BM sözlesmeleri dâhil birçok uluslararasi düzenleme ile güvence altina alinmis temel bir insan hakkidir. Birlesmis Milletlerin sözlesmelerinin anadilinde egitim ile ilgili maddelerine konulan bütün çekinceler kaldirilmali, egitim biliminin temel ilkelerinden birisi olan anadilinde egitim hakki taninmalidir. 
- Ücretli ögretmen görevlendirmelerinin, yogunluklu olarak yoksul olan ve Bakanligin bekledigi kadar "katki payi" verilmeyen bölgelerde olmasi dikkat çekici olan bir diger noktadir. Gelir düzeyi yüksek olan semtlerde kadrolu ögretmenler görevlendirilirken, yoksul semtlerdeki okullarda ücretli ögretmenler görevlendirilmekte, bu anlamda bizzat MEB tarafindan yurttaslar arasinda "resmi ayrimcilik" yapilmaktadir. 
- Milli Egitim Bakanligi verilerine göre 81 ilde 4 bin 93 dershane bulunmaktadir. Dershaneler yillar içinde, aksi yöndeki tüm iddialara ragmen kamu okullarina alternatif haline getirilmistir. Milli Egitim Bakanligi Stratejik Plani, önümüzdeki yillarda dershanelere arsa tahsisi, vergi indirimi vb. tesvikler verilmesi yoluyla bu kuruluslarin özel okullara dönüstürülmesi amaçlanmaktadir. 
- Okullarda siddetin önüne geçilmesi ve güvenligin saglanmasi iddiasiyla "okul polisligi" uygulamasi çerçevesinde her okula bir polis yerlestirilmistir. Ayrica emniyetle "iletisimi" saglamak için muhbir ögretmenlik uygulamasi hayata geçirilmeye çalisilmaktadir. Bu uygulama, okulda siddeti bir dizi ekonomik ve sosyo-kültürel önlemle üstüne gidilebilecek bir olgu görmekten çok sadece asayis sorunu ya da adli bir sorun olarak gören çarpik zihniyet sürmektedir. 
- Meslekî ve teknik egitimin artik içinden çikilamaz hale gelmis sorunlari çözüm beklemektedir. Milli Egitim Bakanligi meslek liselerinin ve bu liselerde okuyan gençlerin sorunlari dinleyip çözüm üretmek yerine, endüstri meslek liselerini ögrencileri ve ögretmenleriyle birlikte özel sektöre devretmenin planlarini yapmaktadir. 
- Yüksekögretim alaninda yasanan ticarilestirme süreci bütün hiziyla sürmektedir. YÖK baskani degismis ancak, YÖK'ün paradigmasi degismemistir. AKP baskisini artirarak yeniden yapilandirmaya çalistigi üniversitelerde; esit, parasiz, bilimsel, demokratik, anadilde egitim isteyen, üniversitelerin ticarethane haline dönmesine, ögrencilerin müsteri olarak görülmesine karsi duran, özgürlük isteyen ögrencilerin sesini susturmak için elinden gelen her seyi yapmaktadir. 
- 2002'de 23 olan vakif üniversitesi sayisi 62'ye, 53 olan kamu üniversitesi sayisi 103'e çikmis durumdadir. Üniversite sayisini böylesi artirmak AKP açisindan oldukça mantiklidir. Üniversite egitiminin kitlesellesmesi, öncelikle piyasadaki isgücünün "niteligi"ni yükseltecek ve genel ücret düzeyini düsürecek bir hamledir. Ikinci olarak üniversite egitimi almak toplumsal bir mesele haline geldigi için, daha fazla ögrencinin üniversiteye girme sansina sahip olmasi, issizlik rakamlarinin düsmesi açisindan da bir firsat olarak degerlendirilmistir. 
652 Sayili KHK ile Egitimde Yeniden Yapilandirma                     Süreci Hizlandi
652 sayili "Milli Egitim Bakanliginin Teskilat ve Görevleri Hakkinda Kanun Hükmünde Kararname" ile Milli Egitim Bakanliginin teskilat yapisi tamamen degistirilmistir. Buna göre egitim sistemi yapisal, örgütsel, personel sistemleri açisindan köklü bir biçimde dönüstürerek, "küresel rekabete" hazirlayacak bir model olusturmasi planlanmaktadir. Kamu hizmetleri içinde belirleyici bir konumda bulunan (Türkiye'de kamu hizmetlerinin yüzde 48'ini egitim hizmetleri olusturur) egitim hizmetlerinin söz konusu "küresel rekabete" uygun olarak yürütülmesi için bakanligin görev taniminda önemli degisiklikler yapilmistir. 
652 sayili KHK ile yapilan en önemli degisikliklerden birisi, "Okul Öncesi Egitimi Genel Müdürlügü" ile "Ilkögretim Genel Müdürlügü"nün birlestirilip, "Temel Egitim Genel Müdürlügü" olusturularak, ilkögretimde zorunlu olan din derslerinin, yeni olusturulan "temel egitim" kavrami çerçevesinde okul öncesi egitimde de zorunlu olarak okutmasinin yolunun açilmis olmasidir. Egitim-ögretim açisindan din ögretimi, matematik, fizik, tarih, fen, sosyal bilimler ögretimiyle benzer bir ögretim alani iken, diger alanlarin ögretimiyle ilgili genel müdürlükler birlestirilirken "Din Ögretimi Genel Müdürlügü"nün varliginin korunmasini, Kuran kurslarina gidecek ögrencilerde yas sinirinin kaldirilmasi ve Arapça seçmeli ders çalismalarini birlikte degerlendirdigimizde 652 Sayili KHK'nin ne kadar tehlikeli düzenlemeler içerdigi daha iyi anlasilmaktadir. 
652 sayili KHK ile egitim yöneticilerinin yetki ve sorumluluklari da yeniden düzenlenmistir. Buna göre, yöneticiler bundan sonra görevlerini sadece mevzuata, plan, program ve emirlere göre degil, ayni zamanda "performans ölçütlerine" ve "hizmet kalite standartlari"na uygun olarak yürütecektir. 652 sayili KHK ile yapilan bir baska degisiklikle, okul ve kurum müdürleri, yazili ve/veya sözlü olarak yapilacak okul veya kurum müdürlügü sinavinda basarili olmak kaydiyla, hizmet süreleri, "performans" ve "yeterlikleri" dikkate alinarak il milli egitim müdürünün teklifi üzerine "vali tarafindan" atanmasi öngörülmüstür. Bakanlik, kendileri gibi düsünmeyen tek bir kisiyi bile yönetici yapmamak için sözlü sinav sistemini yeniden getirmistir. Danistay'in daha önce yapilan sözlü sinavlari objektif bulmayip iptal etmesine ragmen AKP, Milli Egitim Bakanligi'ndaki siyasal kadrolasmasini tamamlamak için yeniden sözlü sinav getirmis ve bir kez daha yüksek yargi kararlarini yok saymistir.  
652 sayili KHK ile degistirilen 3797 sayili MEB eski teskilat kanununda yönetim görevlerine atanma ve bu görevlerde yükselmede kariyer ve liyakatin esas alinacagi açikça düzenlenmistir. Yine Danistay'in egitim yöneticilerinin seçiminde yasanan siyasal kadrolasmalari iptal ederken verdigi kararlarinin temelini "kariyer" ve "liyakat" (görev için yeterlilik) ilkeleri olusturmustur. Hükümetin, 652 sayili KHK'da kamu yönetimi açisindan son derece önemli olan bu iki temel ilkeye yer vermemesi, bakanligin egitim yöneticilerini istedigi biçimde seçmek istemesinin önünü açmistir. 
652 sayili Kanun Hükmünde Kararname'nin "Insaat ve Emlak Grup Baskanligi" basligi altinda düzenlenen 23. maddesinde yer verilen hükümler ile egitimde "Kamu Özel Ortakligi" olarak ifade edilen bir modelin uygulanmak istendigi anlasilmaktadir. Bu noktada asagida yer verilen 652 sayili Kanun Hükmünde Kararname'nin 23. maddesine göz gezdirdigimizde bugün "egitim kampuslari" ya da "egitim kentler" olarak ifade edilen projenin alt yapisinin bu modelle olusturuldugu görülmektedir. 
MEB, "kiralik okul" projesini kamu-özel ortakligi çerçevesinde degerlendirmekte ve üzerine okul yapilacak arazi sahiplerine "Proje bizden. Arazine okulu sen yap, bize 49 yilligina kirala" demeye hazirlanmaktadir. 
Bu uygulamanin açik anlami sudur. Devlet egitim-ögretim hizmetini sunacak personeli, yani ögretmenleri bu okullarda ya da kampuslarda istihdam etmeye devam ederek, hem sirketin kira gelirini hem de egitim-ögretim hizmetinin buralarda verilmesi nedeniyle ögrenci garantisini, yani sirketin müsteri garantisini devlet güvencesine baglamaktadir.
Millî Egitim Bakanligi Egitim Kampuslari Yönergesi'nin 4. maddesinde egitim kampusu; "Millî Egitim Bakanligina bagli degisik tür ve derecedeki birden fazla okul ve kurumlar ile bunlara bagli pansiyon, yatakhane, yemekhane, laboratuvar, kütüphane, spor alanlari, rehberlik ve saglik ünitesi, konferans salonu, çok amaçli salon ve benzeri yerleri içerisinde bulunduran alani" ifade etmektedir. Dolayisiyla kampus olusturma fikrinin gerçeklestirilmesinde Kamu Özel Ortakligi modelinin oynayacagi rolü görebilmek, egitim hizmetinin gelecegi açisindan hayati öneme sahiptir.
Projedeki temel amaç, göç alan Büyüksehirlerde sinif mevcutlarinin azaltilmasi olarak ifade edilse de asil amaç, egitim hizmeti içerisine büyük sirketleri çikmamak üzere yerlestirmektir. Egitim-ögretim hizmeti disindaki diger tüm hizmetlerin sirketin ticaret yapacagi alanlar olarak ayrilmasi, söz konusu sirketin kamu hizmeti alanina köklerini nasil salacagini da göstermektedir. Kaldi ki saglik hizmeti alaninda görüldügü üzere sirketle Bakanligin yapacagi sözlesmenin "ticari sir" gerekçesiyle kamuoyundan saklanmasi muhtemeldir.
Milli Egitim Bakanligi, çocuk ve gençlerimizin daha iyi ve saglikli kosullarda egitim almasini istiyorsa, bunu egitimi ticarilestirerek, egitim hizmetlerini yerli ve yabanci sirketlere pazarlayarak degil, egitime yeteli bütçe, okullarimiza ihtiyaci kadar ödenek ayirarak yapabilir.
Ögretmen Açiklari Sorunu Devam Ediyor 
Milli Egitim Bakanligi'nin Kasim 2011 verilerine göre Türkiye genelinde 661.571 ögretmen görev yapiyor. Bunlardan 661.411'i kadrolu, 160'i sözlesmelidir. Bakanlik verilerine göre 2011-2012 egitim ögretim yilinin ilk yarisinda ek ders karsiligi çalistirilan ücretli ögretmen sayisi 60 bin 94'tür. Bir yanda norm kadro esasina göre 126.137 ögretmen açigi varken, diger yanda 300 bini askin atamasi yapilmayan ögretmen bulunmaktadir. 
2011'de KPSS'ye giren ve resmi olarak atama bekleyen ögretmenlerin sayisi 264.277'dir. Her yil egitim fakültelerinden mezun olanlarin sayisi 33.783, diger üniversitelerden mezun olup pedagojik formasyon egitimi alanlarin sayisi 39.359'dur. Atamasi yapilmayan ögretmenlerin sayisi her yil en az 73.142 kisi artarken, her yil mezun sayisinin yarisi kadar bile ögretmen atamasi yapilmamasi, atamasi yapilmayan ögretmenlerin sayisini birkaç yil içinde 500 binlere çikaracaktir. 
Milli Egitim Bakanligi'nin bir taraftan ögretmenlerin niteliklerini ve yeterliliklerini tartismaya açarken, diger taraftan ihtiyaç kadar ögretmen atamasi yapmamasi ve okul öncesi egitim dahil egitimin bütün kademelerinde "ücretli ögretmen" istihdam etmesi dikkat çekicidir. Ögretmenlik mesleginin herkesin yapabilecegi siradan bir "is" olarak degerlendiren, ögretmenlik gibi mesleki uzmanlik gerektiren bir meslegin "ücretli ögretmen"ler tarafindan yerine getirilmesinin önünü açan Bakanligin ögretmenlerin mesleki yeterliliklerini tartismaya açmasi tek kelimeyle bu konudaki politikasizligin ve samimiyetsizligin en somut ifadesidir. 
Sayilari her geçen yil hizla artan atamasi yapilmayan ögretmenlere, yeni kurulan üniversitelerin egitim fakültelerinden mezun olacaklar da eklendiginde issiz ögretmen ordusunun önümüzdeki yillarda daha da büyüyecegini tahmin etmek zor degildir. Milli Egitim Bakanligi'nin ögretmen istihdami konusunda bugüne kadar benimsedigi politika ögretmen yetistirmeden atama sürecine kadar hiçbir planlamanin olmadigini göstermektedir.  
Sonuç
Egitim, tüm dünya çapinda evrensel bir insan hakki olarak kabul edilmektedir. Bunun altinda yatan en önemli etken egitimin; insan kisiliginin tüm yönleriyle gelismesinde çok önemli bir faktör ve insanlarin kendilerini gerçeklestirmeleri ve özgürlesmeleri ile dogrudan iliskili bir süreç olmasidir. Insan Haklari Evrensel Bildirgesi'nde egitimin; cinsiyet, irk, etnik yapi ve ulus gibi ayrimlar gözetilmeksizin her bireyin hakki oldugu açikça belirtilmistir. Egitimin temel bir insan hakki olmasi devletin herhangi bir ayrim gözetmeden herkese, esit ve nitelikli egitimi parasiz olarak sunmasini gerektirmektedir. Her tür ve düzey egitim; sinif, irk, renk, cinsiyet, dil, din, politik görüs, ulus, etnik köken gibi ayrimlar yapilmadan herkese saglanmalidir. 
Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri imzaladigi egitim hakkiyla ilgili ve egitimde ayrimciligin önlenmesine iliskin uluslararasi anlasmalar, Anayasa ve ilgili yasalardaki hükümler geregi, egitim hakkinin kullaniminin önündeki engelleri asmak üzere etkin çalismalar yürütmek zorundadir. Egitime iliskin çalismalari gerçeklestirirken, anadilinde egitim basta olmak üzere egitim hakkina iliskin temel ilkeleri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. 
 Her geçen gün içten içe çürüyerek bir enkaz haline getirilmis egitim sistemimiz 2011-2012 egitim ögretim yilinin ilk yarisinda da egitim emekçilerinin çabalari ile okullarda yürütülmeye çalisilmistir. Ilkögretimden baslayarak tam anlamiyla bir yaris içine sokulan çocuklarimiz ve gençlerimiz arasindaki egitim rekabeti, dershanelerle daha da artmis, olusan dershane sistemi okullarda verilen egitimin niteligini tamamen yitirmesine, en temel islevlerini bile yerine getiremez duruma gelmesine neden olmustur.
Yillardir uygulanan ekonomik politikalar, kamudaki siyasal kadrolasma, hak gasplari, saglikta yasanan katilim payi ve diger uygulamalar, parali egitim uygulamalari, atamasi yapilmayan issiz ögretmenlerin durumu, ücretli ögretmenligin yarattigi sorunlar, ekonomik krizin giderek agirlasan yansimalari ve diger hak gasplari, isyerlerini içten içe kaynatan, kamu emekçilerinin önemli bir bölümünü sorunlarini tartismaya ve sorgulamaya iten sonuçlar ortaya çikarmistir. 
Egitimin ve egitim emekçilerinin yillardir yasadigi sorunlara kalici çözümler üretilmemis, sorunlarimizin çözülmesi noktasindaki taleplerimiz görmezden gelinmistir. Son yillarda egitimin bütün kademelerinde yasanan ticarilestirme uygulamalarinin sürmesine, çesitli adlar altinda angarya çalismanin yayginlasmasina, baskilar, sürgünler ve anti demokratik uygulamalara karsi sessiz ve tepkisiz kalmayacagimizi göstermek için 21 Aralik Çarsamba günü gerçeklestirdigimiz grev AKP hükümetine önemli bir uyari olmustur. 
Egitim sisteminin yillar içinde birikerek artan yapisal sorunlarini, geçici, günübirlik politikalarla geçistirmek ya da çözümsüz birakmak, çocuk ve gençlerimizin, Türkiye'nin gelecegine vurulmus en büyük darbe olacaktir. Egitim sistemimiz; özellikle yoksul, emekçi ailelerin yasadigi bölge ve yerlesim birimleri açisindan daha büyük ihmallerin, derin esitsizlik ve yoksulluklarin yasandigi bir durumdadir. 
Egitim Sen olarak, çocuk ve gençlerimizin, gelecegimizin bu enkazin altinda yok olmamasi için acil adimlar atilmasi zorunlulugunu bir kez daha belirtiyoruz. Egitimin ve egitim emekçilerinin sorunlarina kalici çözümler getirilmesine yönelik taleplerimizin karsilanmamasi durumunda tepkilerimiz artarak sürecektir. Önümüzdeki dönemde basta egitim alaninda yasanan olumsuz düzenlemeler olmak üzere, egitim ve bilim emekçilerinin yasadigi sorunlarin çözümü için daha kitlesel ve sonuç alici eylemler hayata geçirmeye kararliyiz.  

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol