Egitim-Sen Kirklareli Subesi 2007-2008 egitim-ögretim sezonunun degerlendirmesini yapti

Egitim-Sen Kirklareli Subesi, 2007-2008 egitim-ögretim sezonunun degerlendirmesini yaptigi açiklamasinda, ögrenciler, veliler ve egitim emekçilerinin sorunlarinin hala çözüm bekledigine vurgu yapti. Egitim sektörünün son durumunu tüm yönleriyle degerlendiren Egitim-Sen Kirklareli Subesi'nin açiklamasinda su ifadeler yer aldi:

"Egitim sisteminin ve egitim emekçilerinin sorunlarini çözme noktasinda, hemen hiçbir somut adimin atilmadigi bir yil daha geride birakmis bulunuyoruz. Ülkemizin diger sorunlariyla birlikte, egitimde yasanan sikintilar da iç içe artarak, dar gelirli halkimizin ve emekçilerin omuzlarinda tasiyamayacagi bir yük olmaya devam etmektedir. Uzun yillardir zaten var olan ve siyasal iktidarin bir türlü çözüm üretmedigi sorunlar, günümüzde uygulanmakta olan neoriberal politikalarin etkisi ile daha da katmerlendi. 1980'li yillarin basindan bu yana içine düstügü krizden çikmaya çalisan küresel kapitalizm, en karli ve verimli alanlar olarak gördügü saglik, sosyal güvenlik ve egitimi "piyasaya" açmayi yani özellestirmeyi ana hedef olarak belirlemistir. Saglik ve Sosyal Güvenlik Yasasi'ni meclisten geçirerek ilk hedefe ulasmislardir, simdi sira egitimdedir.

Egitim piyasa ekonomisine açilmasi, yani özellestirilmesi amaci ile ilk olarak tüm egitim kurumlarini "serbest piyasa" ve "serbest rekabete" uygun hale getirme; ikinci olarak da devletin egitim hizmetini sunmaktan vazgeçme girisimlerine, 2007-2008 ögretim yili boyunca tanik olduk. En temel kamusal haklardan olan egitimin yükü devletin sorumlulugunda olmasi gerekirken; siyasal iktidarin bilinçli politikalariyla verilerin omuzlarina yikilmis, kamusal ve parasiz egitim hakli büyük bir tahribata ugratilmistir.

2000 yili itibariyle egitim sektöründe yapilan kamusal harcamalar, dünya genelinde 2 trilyon dolari geçmektedir. Bu muazzam büyüklük, küresel sermayenin agzini sulandirmakta ve gelecekteki yatirimlari için önemli bir kar alani olarak görülmektedir. Egitim, neoliberal politikalar açisindan, parayla alinip-satilan bir meta olarak tanimlanmistir. Neoliberal düsünürlere göre her alanda oldugu gibi, egitimde de rekabetçi bir piyasa olusturulmali ve egitimin de artik piyasada alinip-satilabilecek özel bir mal oldugu kabul edilmelidir. Iste bu düsünceyledir ki kamu eliyle yürütülen kamu hizmetleri birer birer özellestirilmektedir. Bu noktada egitimin kalitesi bilinçli olarak düsürülmeli, sorunlar çözümsüzlestirilmeli, veliler kaliteli egitimi parayla almak zorunda birakilmalidir. AKP iktidari da 2007-2008 egitim-ögretim yili boyunca egitimin öne çikan sorunlarini çözememistir. Bu sorunlari söyle siralayabiliriz.:

* Bütün gösterisli kampanyalara karsi egitimde istenilen okullasma oranina ulasilamamis, okul terkleri engellenememis, özellikle kiz çocuklarinin okullasma sorunu çözülememistir.

* Egitimin ticari mal haline getirilme hedefi ve sosyal devlet uygulamasindan vazgeçilmezinden dolayi, egitimin altyapisina iliskin sorunlar çözülmemis, aksine artmistir. Bütçeden egitime ayrilan pay yerinde saymistir.

* Egitim bu yil da sinava endeksli olarak sürmüs ve bundan karli çikan ise özel dershane sektörü olmustur.

* Egitimde cinsiyet ayrimciligini önlemeye yönelik adimlar atilmamistir.

* Atama bekleyen issiz ögretmen adaylarina bu yil yenileri eklenmis, ögretmenlerin kadrolu istihdam sorunu çözülmemistir.

* Egitim emekçilerinin gelirleri, giderlerini karsilamaya yetmemektedir.

Okullasma oranlarinin yükselmesi için süslü ama yetersiz kampanyalar degil, gerçekçi ve bütünlüklü politikalar gerekiyor

Türkiye'de köyde ya da sehirde yasamak egitim hakkina erisimi farklilastirmaktadir. Bu nedenle okullasma oranlarini degerlendirirken köylerde ve sehirlerde yasayan nüfusun egitim düzeyinin dikkate alinmasi gerekir. Bu açidan bakildiginda özellikle kiz çocuklarinin okullasmasinda hala ciddi sorunlar yasandigi söylenebilir.

Kiz çocuklarinin okullasmasina iliskin düzenlenen ve çogunda Milli Egitim Bakanliginin da içinde yer aldigi  kampanyalarda, sorunu daha çok kültürel unsurlara, ailelerin olumsuz tutumuna baglandigi ve ailelerin ikna edilmeye çalisildigi görülmektedir. Oysa yapilan arastirmalar göstermistir ki, kiz çocuklarinin okullasmasi önündeki en önemli engeller, yoksulluk, egitimin masraflarini karsilayamama, çocuk isçiligi ve okullarin kolay ulasilabilir mesafede bulunmamasi gibi etkenlerdir. Kiz çocuklarinin okullasmasi önündeki bu maddi engelleri göz önünde bulundurmadan ve söz konusu engelleri ortadan kaldiracak bütünlüklü politikalar olusturmadan, ailelerinin ikna edilmeye çalisilmasinin sonuç alici olmasi beklenemez. Geride biraktigimiz egitim-ögretim yilinda, kampanya reklami haline gelen "Kardelen Ayse" ögretmenin, kadrosuz, sosyal güvenliksiz ve asgari ücret düzeyinde çalistirildiginin ortaya çikmasi, bu kampanyalarin sinirlarini ve samimiyetinide gözler önüne sermisti.

Ayni yüzeysel ve bütünlükten uzak yaklasimi tarim isçisi çocuklarin egitimlerinin kesintiye ugramasi sorunu karsisinda da görmek mümkün. Her yil yüz binlerce ilk ögretim ögrencisi okullar kapanmadan bir ay önce mevsimlik tarim isçisi aileleri ile birlikte yola çikmakta ve ancak okullar açildiktan bir iki ay sonra egitimlerine devam edebilmektedirler. Ögrencilerinin egitimlerinin yarida kesilmesi sorunu karsisinda sadece Çukurova Bölgesinde uygulanan lokal destek egitimlerinin disinda bir politika gelistirilmemis, bu yil da tarim isçisi çocuklar dönem sona ermeden egitimlerini yarida kesmek zorunda kalmislardi.

Egitimin altyapi sorunlari çözülmemistir

Türkiye'de toplam ögrenci sayisi ile kiyaslandiginda okul, derslik ve ögretmen sayisinin yetersiz oldugu bilinmektedir. Ögrenci sayisi her yil artmasina karsin okul, derslik ve ögretmen sayisinin bu artisin oldukça gerisinde kalmis olmasi düsündürücüdür.

 

Bunlarin yani sira sözlesmeli, ücretli ögretmnelik gibi uygulamalarin giderek yayginlastirilmasi, hem düzenlilik ve süreklilik gerektiren ögretmenlik mesleginin niteligini düsünmekte, hem de binlerce gencimizin bizzat devlet tarafindan ucuz isgücü olarak kullanilmasina neden olmaktadir.

Bütçeden egitime ayrilan pay artmistir

Türkiye ekonomisine ve Türkiye'de yasanan toplumsal gelismelere ve özellikle merkezi bütçe çerçevesinde kamu kaynaklarin tahsisine baktigimizda, 1980 sonrasi olusturulan merkezi bütçelerin giderek piyasa mekanizmasi ile bütünlesmeyi saglayacak sekilde olusturuldugunu ve  kaynaklarinin sosyal hizmetlerin disindaki alanlara kaydirilarak, piyasaya terk edildigi söylenebilir. Bütçenin toplam ekonomi içindeki payinin yetersizligi, yeterli vergi kaynaginin olmamasi, ekonomik gelisme sürecinin istenen düzeyde gerçeklesememesi nedeniyle basta egitim ve saglik olmak üzere, kamu hizmeti uygulamalarinin gelistirilmesi bilinçli olarak engellenmistir

Iktidari döneminde Türkiye'ye "çag atlattigini" iddia edeler, borç almak hariç, diger tüm alanlarda oldugu gibi, egitim politikalarinda da sinifta kalmistir. Egitime bütçeden ayrilan paylar bu durumun en açik kaniti niteligindedir. Üstelik egitimde bütçeden ayrilan paylarin ortalama %65'i personel harcamalarina ayrilmakta, egitimin finansmani ögrencilerin, dolayisiyla ögrenci velilerinin omuzlarina yikilmistir. Ancak suda bilinmelidir ki;

"           Piyasalastirmaya karsi halkin egitim hakkini savunmak, Egitim-Sen'in en temel görevlerindendir. Bunu da sonuna kadar savunacagiz!...

Milli Egitim Bakanligi verilerine gore, bakanlik bütçesinin Gayri Safi Milli Hasila (GSMH) ya orani, 2008 yili itibariyla % 3,2'dir. Bu ise ülkemizde egitime ayrilan payin, sosyo-ekonomik yapisi itibariyle Türkiye'nin çok gerisinde olan ve çogumuzun haritada yerini bile bilmedigimiz Barbados Adalari (%7,1) Burnei Sultanligi (%14,8) Fil disi sahilleri (% 4,6) Kiri Bati (% 11,4) Fiji (% 5,2) Vanuatu (%7,3) Honduras (% 4) gibi ülkelerin bile gerisinde kalmistir.

Bütçe içinde sinirli, ancak yurttaslarimizin sosyal harçamalarinda önemli bir paya sahip olan egitim harcamalari; özel kesime kaynak aktarilmasi ile birlikte ya azalmis yada yerinde saymistir. Böylece egitim sistemi, ,içinden çikamayacagi bir kriz içine itilmistir. Özellikle 1990 sonrasi ülke ekonomisini alt üst eden krizlerin siklasmasi, ekonomide oldugu gibi egitim hizmetlerinde büyük yapisal sorunlara neden olmustur. Çözüm olarak ise egitimin ticarilestirilmesi, özellestirilmesi, egitim harcamalarinin ögrencilerin ve velinin sirtina yikilmasi gibi soruçlar ortaya çikarmistir.

MEB bütçesinden yatirima ayrilan pay sürekli azalmistir

AKP iktidari döneminde egitim bütçesinden yatirimlara ayrilan pay sürekli olarak azalmistir. Egitimin sorunlarini çözmek için atilmasi gereken en somut adim, egitim alanindaki  kamu yatirimlarinin artmasidir. Ancak AKP Hükümeti, diger tüm alanlarda oldugu gibi egitim alaninda da özellestirmeyi ilke edindigi için, MEB bütçesinden yatirima ayrilan payi üçte iki oraninda azaltmistir.

AKP'nin iktidara geldigi 2002 yilinda Milli Egitim Bakanligi bütçesinin %17,18'i yatirimlara ayrilirken, 5 yillik iktidar sürecinde bu pay sürekli azalmis ve 2007 yilinda 2002'deki rakamin yarisinin da altina düsmüstür. 2008 yilinda MEB bütçesinden yatirimlara ayrilan pay sadece %5,66 olarak tahmin edilmektedir.

Genel bütçeden ve MEB bütçesinden yatirimlarina ayrilan paydaki azalma yurttaslarin egitim maliyetini üstlenmede daha çok yükümlülük altina girdigini belirgin olarak açiga çikarmaktadir. OECD'nin her yil yayinladigi "Bir Bakista Egitim Raporu", üye ülkelerin ilkögretimden yüksekögretimin sonuna kadar ögrenci basina yapilan harcamalarini göstermektedir.     

OECD rakamlarina göre Türkiye'de devletin ögrenci basina yaptigi yillik egitim harcamasi miktari ilkögretimde 1.120 dolar, ortaögretimde 1.808 dolar, yüksekögretimde 4.231 dolardir.

Ilkögretimden yüksekögretime kadar yapilan tüm egitim harcamalari açisindan bakacak olursak; Türkiye'de bir ögrenci için yapilan harcamanin ögrenci basina 1.527 dolarda kaldigi görülmektedir. Ögrenci basina yapilan egitim harcamasi miktarinin bu kadar düsük olmasi, ülkemizde devletin kamu egitimine verdigi önemi göstermesi açisindan düsündürücüdür.

Egitim harcamalarinin finansman kaynaklari

Bugün itibariyel ailelerin, 17 yillik ögretim yasam boyunca bir çocuga yaptigi harcama yaklasik 45-50 bin YTL. olarak hesaplanmaktadir. Bu hesaplamaya servis, özel ders, etüd (kurs), dershane harcamalari, üniversite harçlari ve barinma dahil edilmis; sinif tekrarlari ve yüksek ögrenimde uzatmalar hesaba katilmamistir.

2001 yilinda merkezi hükümetin egitim finansmani içindeki payi % 67 iken, 2006 yilinda bu rakam % 55 düzeyine gerilemistir. Ayni dönem içinde hane halki katkisinin % 31'den, % 39 seviyelerine yükseldigi görülmektedir. Burada asil dikkat çekici olan nokta, özel-tüzel kisi ve kuruluslar ile yerel idarelerin payinda görülen oransal artistir. Bu durumu, egitimde özellestirme uygulamalarinin altyapisini güçlendirmek amaciyla hayata geçirilmeye çalisilan yerellesme politikalari ile iliskilendirmek mümkündür. Merkezi yönetimden kaynakli sorunlar gerekçe gösterilerek bir taraftan egitimde yerinden yönetim uygulamalari öne sürülürken, diger taraftan yerel güçlerin katkisi ön plana çikarilmasi, egitimde özellestirme politikalarinin mesru bir temele oturtulmak istendiginin göstergesidir.

Egitim ve bilim             emekçilerinin gelirleri giderlerini karsilamaya yetmiyor

Gelir dagiliminin son derece bozuk oldugu ülkemizde, nüfusun çok büyükm bölümü açlik ve yoksulluk sinirinin altinda yasamakta ve hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Açlik ve yoksulluk sinirindaki artislar, toplumun genis kesimlerini oldugu kadar, ögretmenlerimizi de olumsuz etkilemektedir. Türkiye'de ögretmenler ve akademisyenler yoksulluk, idari personel ise açlik sinirinin altinda maas almaktadir. Türkiye'nin dört bir yaninda, yasadiklari tüm olumsuzluklara karsin fedekarca çalisan egitim emekçileri, yillardir insanca yasayabilecekleri bir hayat ve nitelikli demokratik egitim yapabilmenin mücadelesini vermektedir.

AKP'nin ilk kez iktidara geldigi Aralik 2002'de açlik siniri 337 milyon TL, yoksulluk siniri 1 milyar 54 milyon TL'dir.

Aradan geçen dönemde, iktidarin ifadesiyle "ekonomi büyümüs, issizlik ve enflasyon oranlari azalmis, kisi basi milli gelir yükselmistir". Ancak açlik ve yoksulluk sinirina yönelik rakamlara baktigimizda tüm bu söylemlerin havada kaldigi anlasilmaktadir. YTL bazinda ifade edecek olursak, açlik siniri Mayis 2008'de 6 yil öncesine göre 2 kattan fazla artarak 720 YTL'ye yükselmistir. Benzer bir sekilde 2002 yilinda 1.054 YTL olan yoksulluk siniri, yine 2 kattan fazla artarak 2.346 YTL olmustur. Ayni dönemde ortalama ögretmen ayligina baktigimizda Aralik 2002'de 539 milyon TL olan ortalama maasin, Mayis 2008 tarihinde ortalama 1075 YTL oldugu görülmektedir.

Ögretmenler açisindan durum böyleyken, memur ve hizmetlilerin durumu daha da vahimdir. Hizmetli ve memurlar açlik sinirinin altinda yasam mücadelesi vermekte, görevlerini yerine getirmeye çalismaktadirlar.

Atama bekleyen issiz ögretmen adaylarina bu yil yenileri eklenmis, ögretmenlerin kadrolu istihdam sorunu çözülmemistir

Okullarin ögretmen açigi göz önüne alindiginda, 2007-2008 egitim ögretim en az yilinda 50 civarinda atama yapilmasi gerekirdi. Oysa Milli Egitim Bakanligi, bu sayinin çok altinda atama gerçeklestirdi. Böylece bir yandan okullarin ögretmen açigi kapanmadigi gibi diger yandan da issiz ögretmen adaylarinin atama beklentileri ve umutlari havada kaldi.

Milli Egitim Bakanligi'nin, ögretmen açiklari sorununu sözlesmeli ve ücretli ögretmenlik istihdami ile asmaya çalismasi, yapisal sorunlara geçici çözüm üretmekten baska bir anlam ifade etmemektedir. Bu tür istihdam politikalari sonucu, ücretli ve sözlesmeli ögretmenler, pek çok sosyal ve ekonomik haktan yoksun kalmaktadir. Bu durum, egitimin zaten düsük olan niteliginin daha da düsmesi anlamina gelmektedir. Ayrica onbinlerce lisans ve ön lisans mezunu issiz ve emekli maasiyla geçinemeyen binlerce emekli ögretmen okullarda ücretli olarak istihdam edilmektedir.

Egitimin vazgeçilmez unsuru ögretmendir. Egitimin niteligi, ögretmenin niteligi ile dogru orantilidir. Ögretmenlik meslegi düzenlilik ve süreklilik gerektirir. Sözlesmeli ve ücretli ögretmenlerin mevcut çalisma kosullari ile ögrencilere faydali olabilmesi mümkün degildir. Bu nedenle bütün ögretmenler kadrolu ve is güvencesine sahip olarak atanmak ve çalistirilmak zorundadir.

Bin bir güçlükle tamamladiklari üniversite egitimlerinden sonra hakli olarak ekonomik açidan artik kendi ayaklari üzerinde durmak ve mesleklerini icra etmek isteyen ögretmen adaylarini yillarca KPSS sinavlarina mahkum etmek ve atamalarini gerçeklestirmemek pek çok insanlik dramlarina yol açmaktadir. halen 150 binin üzerinde issiz ögretmen bulunmaktadir. Her yil 37 bini egitim fakültelerinden 57 bini diger fakültelerden mezun olmak üzere yaklasik 80 bin kisi ögretmenlik için hazirlanmaktadir. Bu rakamlarin gösterdigi en açik ve belki de en aci gerçek, bugünkü fakülte giris kontenjanlari esas alindiginda 2012 yilinda biriken ögretmen adayi sayisinin 400 bine ulasacak olmasidir. Bu rakama, bugünkü issiz ögretmen adaylarini da ekledigimizde rakam en az 550 bini bulacaktir. Açiklari kapatmak üzere 5 yilda 250 bin ögretmen atamasi yapilsa bile, 300 bin ögretmen issiz kalmaya devam edecektir. Kaldi ki; hükümetin yillardir sürdürdügü ögretmen atama politikasina göre 2012 yilina kadar 5 yilda atanacak ögretmen sayisi toplami 150 bin olarak belirlenmistir. Eger simdiden gerekli önlemler alinmazsa yarin hem egitim sistemimiz, hem de ögretmen adaylari açisindan çok geç olacaktir.

Egitim sinava endeksli olmayi sürdürüyor, dershane sistemi güçleniyor

Ülkemizdeki mevcut egitim sistemi, ögrencilerin bedensel, düsünsel, kültürel ve ruhsal gelisimini bir bütün olarak degerlendirmek yerine, ögrencileri ilk ögretimden itibaren bitimsiz bir sinav maratonuna sokmaktadir. Sendikamizin arastirmalarina göre bir ögrencinin dört yillik bir fakülteden mezun olana degin zorunlu olarak girip basari göstermesi gereken asgari sinav sayisi 739'dur.

Bunun anlami egitimin sinava endeksli olmasidir. Ögrencilerin, egitim emekçilerinin ve de velilerin zararli çiktiklari bu maratondan karli çikan bir kesim var ki o da özel dershanecilerdir. Egitimin kanayan yarasi olan dershane sisteminin her yil artarak büyümektedir. Dershane sistemi, bugün basli basina bir sektör haline gelmis ve egitime yeterli kaynak ayrilamamasi, okullarimizda nitelikli egitim verilememesi, özel dershane sisteminin her geçen gün büyümesine ve neredeyse okullara alternatif kurumlar olarak düsünülmesine neden olmustur.

Bugün dershanelere giden ögrenci sayisi son 2002-2007 yillari arasinda sürekli artis göstermis ve 1.071.827'ye yükselmistir. 2002 yilinda özel dershane sayisi 2.122 iken, 2007 yili sonu itibariyle bu rakam 3.986'ya ulasmistir. Ayni dönemde ögretmen sayisi 19.881'den 47.621'e yükselmistir. Dolayisiyla son 5 yilda egitim sistemi nitelik olarak daha da gerilemistir. Egitimin niteligi düstükçe özel ders ve dershane sistemi büyümüstür. Bu durumun dogal sonucu olarak, egitim sistemi ve veliler dershanelere çalismaya baslamis, ekonomik gücü olan veliler astronomik rakamlarla çocuklarini dershaneye gönderirken, ekonomik gücü olmayan velilerin çocuklari sistemin disina itilmistir.

 

Her yönüyle sinavlara bagimli olan egitim sistemi kamu egitimini islevsiz birakarak, egitimi dershane, özel ders, özel okul alanina kaydirmistir. Okullarda yapilmasi gereken egitim, bugün  dershanelerde yapilmaktadir. Bu nedenle özellikle sinav zamanlari okullar bosaldigi için öncelikle bu sorunu sorgulanmasi ve çözülmesi gerekir. Artik ikincil, destek egitimi olmaktan çikip, birincil asil egitime dönüsmüs olan dershane sistemi disinda kalan bir ögrencinin sinav kazanmasi, daha iyi bir okula, üniversiteye gitmesi neredeyse imkansiz hale gelmistir.

Her geçen gün içten içe çürüyen sistemde egitim emekçilerinin çabalari ile okullarda yürütülmeye çalisilan egitim ve ögretim pek çok sorunla yüz yüzedir. Ilkögretimden baslayarak tam anlamiyla bir yaris içine sokulan çocuklarimiz ve gençlerimiz arasindaki egitim rekabeti, dershanelerle daha da artmis, olusan dershane sistemi okullarda verilen egitimin niteligini tamamen yitirmesine, en temel islevlerini bile yerine getiremez duruma gelmesine neden olmustur.

Ülkemizde yillardan beri gerçeklestirilen parali egitim uygulamalari ile gerek ayni il ya da bölge içerisinde, gerek bölgeler arasinda ve hatta ayni çevredeki ekonomik konumlari farkli ailelerin çocuklari arasinda egitim hakkinin kullanilabilmesi ve bu haktan yaralanabilmesi bakimindan uçurum derecesinde büyük farkliliklar bulunmaktadir. Dershane sistemi uygulamasi ile egitim olanaklari gelismis olan daha varsil ailelerin çocuklari milyarlarca lira ödeyerek diger ögrenci ve okullar karsisinda önemli avantajlar saglarken, yoksul ve orta gelirli ailelerin çocuklarinin egitim olanaklari gelismemis, genel devlet liseleri ile meslek liseleri vb. okullarda okuyan ögrenciler daha basindan sistemin disina itilmistir. 

AKP Hükümeti, egitim hakki, esitlik ve özgürlükler konularinda ikiyüzlü davrandi

Hükümet bu yil da egitimin sorunlarina yaklasirken samimiyetsiz bir tutum içinde olmustur. Sorunlara bütünlüklü çözüm üretmek yerine kendi önceliklerini gözetmis, egitime iliskin haklar ve özgürlükler konusunu ise hep kendine yontarak yorumlamistir. Örnegin üniversite kapilari önündeki birikmeyi engelleyecek; orta ögretimi tamamlayan örencilerin aldiklari egitim, yetenekleri ve istihdam olanaklari gözetilerek üniversiteye yerlesmelerini saglayacak kapsamli çözümlere yogunlasmak yerine, imam hatipler önündeki katsayi engelini asmayi saglayacak formüllere yogunlasmistir.

Hükümet her firsatta  egitim hakki, egitime erisim, esitlik, düsünce özgürlügü konularina vurgu yapsa da uygulamada egitim hakkindan ve özgürlükten sadece kendisi gibi düsünenlerin egitim hakkini ve özgürlügünü anladigini göstermistir. Egitim hakki baglaminda basörtüsü düzenlemesine iliskin Anayasa degisikligine gitmis; buna karsin yüzbinlerce çocugu egitim hakkindan mahrum eden, milyonlarcasini bu riskle karsi karsiya birakan yoksulluga ve çocuk isçiligine karsi bir sey yapmayi aklindan geçirmemistir

Türkiye özellikle 80 sonrasinda uygulanan Türk-Islam sentezci politikalarla, dislayici ve muhafazakar bir düsüncenin etkisine girmistir. 12 Eylül ile toplumsal ve kamusal alan Türk-Islam sentezci düsünce ekseninde düzenlenmis, egitim kurumlari da gerek egitimin içeriginde yapilan düzenleme gerekse yillardir süren kadrolasma ile bu gerici dalganin içerisine sokulmustur. Son dönemde de AKP eliyle bu politikalar özellikle egitim alanindaki kadrolasma, imam hatiplerdeki ögrenci sayisinin artisi ve ders içeriklerine iliskin müdahalelerle sürdürülmüstür. AKP zihniyeti kimi zaman abdest suyunda sifa arayarak, kimi zaman Fransiz Devrimi'ni anlatan bir portrede gögsü açik olan bir kadinin üzerini örterek,-psikolojik rahatsizliklari belgeli olan- birisinin yazdigi Yaradilis Aldatmacasi adli bir atlasi okullarda dagittirarak, Ilkögretim müfredatinda evrim kurami yerine yaradilis düsüncesini yerlestirerek egitim müfredatini islami motiflerle degistirme yoluna gitmistir.

AKP döneminde Kuran Kurslari ve din egitimi agirlikli okullara giden ögrenci sayisinda ortaya çikan artislar AKP'nin egitimi Islami motiflerle düzenlenmesine dair yaklasimlarinin göstergeleri olarak degerlendirmelidir. Okula gitmeyen kiz çocuklarinin kuran kurslarina devam etmesinin yani sira okula gidenlerin Kuran kursuna gidiyor olmalari da bilimsel egitim açisindan sorunludur. Çocuklar 3-18 yas arasi dönemlerini örgün egitim-ögretim ortamlarinda pozitif bilimlerin egitimini alarak geçirmelidir. Kuran kurslari kiz ögrencilerin okula devaminda da düsüse neden olmaktadir. Ayrica 'Isik Evleri, Abi-Abla Evleri' gibi iliski aglari ve yardim-burs vb. dayanismalarla bu tür din egitim veren yerler yayginlasmaktadir.

Yukarida verilen istatistiksel bilgiler isiginda AKP'nin egitim politikalarinin "Din Egitimi" odakli oldugunu söylemek mümkündür.

Sonuç

Egitimin sorunlari elbette sadece yukarida siralananlarla sinirli degildir. Isin düsündürücü yani, siyasi iktidarin yillardir egitim sorunlari karsisinda "üç maymunu" oynamasi, Egitim Sen'in sorunlarin tespiti ve çözümüne yönelik elestiri ve önerilerini görmezden gelerek, "kendi bildigini okumaya" devam etmesidir.

Bir insan hakki olarak ve kamusal bir hak olarak baktigimizda "egitim hakki"nin ülkemizde, devletin sorumlulugunda bir hak olmaktan çok, parasi olanlar için bir "firsat" oldugu açiktir. Herkesin, egitim hakkindan esit ve parasiz sekilde yararlanamadigi dikkate alindiginda, ülkemizin esit, parasiz, nitelikli egitim açisindan, diger ülkelerle kiyaslanamayacak kadar geride oldugu söylenebilir. 

Egitim sistemi, her kademeden ögretmenler, farkli statülerdeki üniversite çalisanlari, memurlar ve yardimci hizmet personeli ile bir bütündür. Çünkü tüm egitim ve bilim emekçileri, aralarindaki statü farkliliklarina ragmen, benzer ekonomik ve sosyal sorunlari yasiyor ve bir taraftan sorunlari ile ugrasirken, diger taraftan görevlerini yerine getirmeye çalisiyorlar. Egitim sisteminde yasanan sorunlar tüm egitim emekçilerini olumsuz etkilemektedir. Yillardir grevli toplu sözlesmeli sendika hakki mücadelemizin ne kadar hakli oldugu bugün daha iyi anlasilmaktadir. Siyasi iktidarlar, kendilerini zorlayacak bir gücü karsilarinda görmeyince sorunlarin çözümü için adim atmamaktadir.

Egitim sisteminin içinde bulundugu sorunlarin asilmasi ve Türkiye'de toplumun egitim düzeyini yükseltmek, ancak gerçeklestirilecek köklü degisikliklerle olanakli olabilir. Bu nedenle egitim sisteminde yapisal degisiklikler gereklidir. Okul öncesi egitimden baslayarak egitim yatirimlarina, ders kitaplarinin hazirlanmasindan egitim yöneticilerinin belirlenmesine; sinif mevcutlarindan egitimin laik, bilimsel, demokratik ve kamusal yönünün gelistirilmesine özen gösterilmelidir. Derslik, okul, ögretmen açiklarindan egitimin genel bütçe içindeki payina kadar, egitimin hemen her alaninda köklü bir degisime gereksinim vardir. Gerekli degisiklikler yapilmadan atilacak her adim, sorunlarimizin sonraki yillara ertelenmesinden öteye gitmeyecektir.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol