ESKİ İĞNEADA GÜNLERİNE DEVAM...

03.10.2012 günü Avukat Arkadaşım Mehmet Hilmi Çiler ile Güzelim İğneada günlerini konuştuk.
Mehmet Hilmi Çiler: "1949 doğumluyum. Büyüklerimiz 93 Harbinde Filibe'den gelip Kırklareli'ne yerleşmişler.
Rahmetli Babam Sahir Çiler 35 yılı aşkın Kırklareli Valiliği'nde çalıştıktan sonra Vali Özel Kalem Müdürlüğü'nden Emekli oldu. 1987 yılında vefat etti. Annem Kadriye Çiler de maalesef babamdan bir sene sonra aramızdan ayrıldı. İki kardeşiz. Kardeşim MELİH Çiler doktoralı Kimya Mühendisi olup, Türkiye'de ve Dünyanın çeşitli ülkelerinde Arıtma Tesisleri yapmaktadır.
1960'lı yıllardan itibaren ev kiralamak suretiyle her yaz ailece İğneada'ya tatile gitmeye başladık. O günlerde Eski Kırklareli Belediye Başkanı Mehmet Akyürek, Doktor Nazmi Tuncay, Mediha Ergenekon'un (Maviş) Babası Müştak Görgün gibi kişiler de aileleri ile birlikte ilk gelenler arasında idiler. İğneada'nın ilk kaşifleri sayılırız.
O zamanlar elektrik bir jeneratörle sağlanıyordu ve akşam 20 ile 24 arasında vardı. Sonrası zifiri karanlık, ay mehtabı ile yıldızların parıltısı birbirine misafir oluyordu.
Su, tek çeşmeden ip gibi akardı, su ve ekmek alabilmek, kuyrukta epey zaman harcanmasını gerektiriyordu.
1964 yılından sonra kardeşimle izci kamplarına katılmaya başladık.
Kampta aklımda kaldığı kadarıyla Nazmi Civan, İsrail Magriso, Tandoğan Börteçene, Naci Memişoğlu ve ismini şu an hatırlayamadığım birçok kişi vardı.
Kampın yeri bugün Resort otelin yanındaki sitenin bulunduğu eğik arazi idi.
İğneada halkı ile çok iyi bir diyaloğumuz vardı.
Balıkçıların teknelerini boyar, ağlarını onarır, ara sıra birlikte İstavrit ve Palamut çaparisine çıkar kendilerine yardımcı olurduk.
Şu an bilinen kumsalı baştan aşağı tırmıklarla temizlerdik. Kumu pırıl pırıl yapardık. Zaten altın gibi o güzelim kumsalı bir daha başka hiçbir yerde de göremedim.
Daha liman olmadığı için şu an parkların bulunduğu kumsaldan kayıklar vasıtasıyla motor ve mavnalara yüklenen yakacak odun ve maden direklerinin yüklenmesi, dalgalı havalarda tam bir ölüm kalım savaşıydı. Küçücük kayığa evvela odunları yüklerler, onların üzerine bir cambaz gibi biner, 2-3 metre dalgada suya bata çıka açıktaki mavnaya kadar giderler, yarısı içeri, yarısı dışarı odunları mavnaya yüklemeye çalışırlardı. Denize düşen, yaralanan, bağıran çağıranı ile tam bir curcuna idi.
İşte burada kardeşimle ikimizin görevi denize düşen işçilere yüzüp yanlarına gidip yardım etmek, dağılan odunlarını tekrar geriye getirmekti.
Bu kişilere önderlik eden Müteahhit Süleyman Çavuş ile tanışırdık. Babamın da çok iyi arkadaşı idi. Herkes tarafından sevilen bir kişiydi. Büyük bir dalga olduğu zaman nasıl yüzüleceğini ve yüzerek çapari yapmayı bu kişiden öğrendik. O kadar çok balık vardı ki 40 - 50 metre açılmadan çapari (misinadaki iğneler, oltalar) istavritle dolardı. Süleyman Çavuş'un işyeri, şu an yeşil alan haline gelmiş büyük alandır. Yıllarca çadır ve piknik yeri olarak kullanıldı.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol