Bugüne kadar söylediğimizi tekrar ediyorum. 'Tüketici Hakları', sadece tüketici ile onu mağdur eden resmi ya da özel kurum, kuruluş, tüzel kimlik ve gerçek kişilerle sınırlı değildir. Mağdur eden tarafın 'Devlet' ya da onun resmi yapıları da olabilir. Tam da bu anlayışla makro düzeydeki sorumlulukları da kapsar.
Bundan tam 14 yıl önce ülkemiz ve halkımızı mateme boğan Marmara ve Düzce depremini anımsar ve doğanın en şiddetli olayı ile yapılması gerekenleri düşünerek, ve de hiçbir önlemin alınmadığını görerek tüketicinin halen yaşam güvencesi olmaması nedeniyle, depremi unutmadığımız gibi devletin sorumluluğunu da unutamayız. Bunun kanıtını, yıllar sonra Van depreminde yaşamadık mı?
1999 yılında 17 Ağustos ve 12 Kasım tarihlerinde ülkemizde son yıllardaki en büyük iki deprem arka arkaya yaşanmıştır. Bu depremlerin Türkiye'nin ekonomik olarak en gelişmiş bölgesinde meydana gelmesi, insan kaybının yüksek olması, depremin sanayi tesislerini vurması ve meydana gelme olasılığı çok yüksek olan yeni bir depremin yine aynı bölgede, yani Marmara da beklenmesi gibi nedenler 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerini geçen bu zamana kadar unutturmamış aksine olayı her yıl dönümünde tekrar tartışmaya açmıştır.
Türkiye Deprem Bölgesi haritasına baktığımızda dünyada depremden etkilenen ve etkilenecek ülkeler sıralamasında ön sıralarda olduğumuzu görebiliriz. Ülkemiz topraklarının % 92' si deprem bölgeleri içerisindedir. Nüfusumuzun % 95' i bu bölgelerde yaşamakta, büyük sanayi merkezlerimizin % 98' i bu bölgelerde olup barajlarımızın % 92' si de deprem bölgelerinde bulunmaktadır.
Dikkatle değerlendirilmesi gereken bir olgu da ülkemiz topraklarının neredeyse dörtte üçünün 1. ve 2. derece deprem kuşağı içerisinde olduğu gerçeğidir.
Son yıllarda ülkemizde meydana gelen depremler maddi ve manevi olarak çok ağır bir külfeti de beraberinde getirmiştir. Depremin ortaya çıkarttığı çok çarpıcı bir örnek daha vardır ki; o da % 92' si deprem kuşağı içerisinde yer alan bu ülke depreme karşı hazırlıklı değildir. Gerek insan kaybı sayısından, gerek kurtarma çalışmalarından ve gerekse de depreme dayanıklı olması gereken yapı sistemlerinin kolayca yıkılmasından anlaşılmıştır ki, deprem bölgelerinde inşa edilmiş yapılar depreme karşı koyma özelliğini taşımamaktadır. O zamandan bu yana ne yazık ki hiçbir şey değişmemiştir. 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi sonrasındaki "yapı denetimi" düzenlemeleri adı altında bazı girişimler yapılmışsa da söz konusu yasa ülke gerçeklerinden ve uygulamalarından uzak olduğu için; çarpık, uygulanması zor ve kamusal denetim alanı ticarileşmiş bir durum ortaya çıkmıştır.
Pratikte, yasa kapsamında mesleki denetim ve belgelendirme görevleri olan TMMOB bağlı odalarını dışlayan, meslek odalarının önerilerine kapılarını kapatan bir yaklaşım egemen olmuştur. Bu nedenle, yasa daha sonra bir çok kez değiştirilmişse de, son yaşanan Van depremi acı gerçeği tüm çıplaklığı ile bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Gelinen bu aşamada "Deprem Şurası", "Ulusal Deprem Konseyi" gibi oluşumlar da lağvedilerek ortadan kaldırılmıştır
Birçok kez değiştirilen 'İmar Yasası ve Yapı Denetimi Yasası' ile bu ülkenin depreme karşı güçlü yapılar üretemeyeceği ortadadır. Keza 4628 sayılı yasa kapsamında inşa edilen HES'ler de uzunca bir süre denetim hizmetleri dışında tutularak birer bomba olarak deprem riskine karşı korunmasız kılınmıştır.
Ülkemizde 18 milyonu aşan yapı stokunun yüzde 70'i ruhsatsız ve kaçak ve yüzde 40'ı oturulamaz ve depreme karşı mutlaka güçlendirilmesi gereken bir durumdadır. Yakın zamanda olması beklenen İstanbul'da depreme karşı hangi önlemler alındığı bilinmemektedir.
Bu nedenle, mühendislik eğitiminden başlayıp taşeron fırsatçılığına kadar uzanan sürecin kararnameler ile düzeltilemeyeceği anlaşılmalıdır. Etikten uzaklaşmış bir mühendislik eğitimi ile başlayan ve depreme kadar devam eden, kontrol sözcüğünün sadece kağıtlarda kaldığı, herkesin "ben yaptım oldu" mantığı ile davrandığı, kimsenin gerçekte (!) sorumlu olmadığı bu yapı sürecinin ciddi olarak tüm boyutları ile tartışılması, sorumlulukların paylaşılması ve üstlenilmesi gerekliliğini duyan bir etik ve teknik anlayışa ihtiyaç vardır.
Bu vesile ile, olumlu bulduğumuz bazı girişim ve uygulamalara karşın, onaylamadığımız birçok değişim ve dönüşümlerin yeniden değerlendirilmesi ile birlikte halen daha ele alınmamış, ihmal edilmiş ya da ertelenmiş yaşamsal öneme sahip konuları da hükümetin gündeme almasını, bunu yaparken de hiç alışık değil ama, konunun uzmanı taraf ve sivil yapıların da müdahil edilmesini umuyor ve bekliyoruz.
Sorunsuz ve sağlıklı bir yaşam dilerim.
Karaumur Caddesi Coştur İş Merkezi Kat: 3 No: 68 KIRKLARELİ
Tel: 0288 2141182 Faks: 0288 2147006
GSM: 0532 4752460
e-mail: huseyinkahraman@gazetetrakya.com
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol