BiR DÜsÜNSEN iYi EDERSiN

Bir yerlere geldiysen, benim de payim vardir. Bana kiyilmayani sana sunmuslardir
Bir nedeni vardir
insanlar hep kullanabilecekleri kisileri bir yerlere oturturlar. Kullanamayacagini bildikleri kisileri kesinlikle koltuklarinin altina almazlar. Üzerine basarak bir yerlere yükselmeye elverisli ve yatkin olmayan insanlari ayaklarinin altina almaya korkarlar. Birileri birilerini bir yerlere getirirken dürüstlük ilkelerine bagli kalmazlar.
Hatta bundan alabildigine kaçmanin yollarina bakarlar. Hatta bunu göze alamazlar. Onlar için yalnizca ve yalnizca o kisinin kendisine ne kadar yarayacagi ve o kisiyi ne kadar ve hangi alanlarda kullanabilecegi hesaplaridir. Bir yetkili, as katlarina birini getirecekse, o kisiyi öncelikle disine göre seçer. Bir baksaniza çevrenize. Bir baksaniza üzerinde yasadiginiz dünya topluluguna. Dünyanin en büyük ülkesi, agasi, hatta sözümona jandarmaligini yapan Birlesik Amerika'da bile durum bu degil midir? Ve, buradan baslayarak tüm dünyada böyle gitmez mi? Adina "dünya" denen kocaman bir ülke var elimizde. Aslinda bir tek ülke, bir tek devlettir bu. Aynen bizim köydeki tarlalarin sinirlarinin belirlenerek paylasilmasi gibi, birileri bir yerleri parsellemis, paylasmis, paylastirmistir. Savaslarla alinmistir, özerklik ilan edilmistir filan. Sonuçta orada sözde özerk bir devlet olusmustur. Adina da Türkiye denmistir, Sudan denmistir, Nijerya veya Kanada denmistir veya ingiltere, Fransa filan... Sonra bu ülkeler arasinda bir takim baglantilar, iliskiler, yakinlikla veya tersine iramalar, kavgalar, savaslar yaratilmistir. Herkes, isine gelene yakinlasmis, isine gelmeyenleri de aralarina almamanin yollarina bakmislardir. Bunun en canli örnegi de, Türkiye'nin yillardir sürmekte olan ve dünya durdukça da sürecek olan "beni de araniza alsaniza" yakarislarinin bir türlü sonuç vermedigi Avrupa Birligi teranesidir. Almiyor adamlar. Ne AET'ye, ne AB'ye, ne de bilmem nereye. Neden? Öyle uygun görüyorlar kendi açilarindan. Belki yalvartmak hoslarina gidiyor. Belki bir gün Türkiye bu yalvarmalari biraksa, o zaman onlar kapimiza gelip dayanacaklardir, ne duruyorsunuz, gelsenize, diye. Bak, NATO'ya ne güzel almislar. Neden? Çünkü orada vurucu güç gerekli. Kos, deyince arkasina bakmadan kosup saldiracak birileri gerekli. Nereye kadar? izin verdikleri ve gerekli gördükleri yere kadar. Adina "dünya" denen bu devleti de kimler çekip çevirir? Uluslar arasi sermaye sinifi elbet. Bizim köydeki çoban Durgut aga olmayacak ya!
Bu, uluslar arasi büyük sermaye sinifi ne yapar? Kimlerden olusur? Oyununu en rahat biçimde oynayabilmek için halk katmanlarini kendi istekleri dogrultusunda yönetebilecek birilerini bulur bulusturur ve yönetici koltuklarina oturtur. Adina "yönetici" der. isin ilginç yani, dünya üzerindeki tüm yöneticileri Birlesik Amerika belirler. Onun isteginin ve iradesinin disinda bizim köyde muhtar seçmek bile hemen hemen olanaksizdir.
Bu dogrultuda, giderek. Önce Türkiye'de bir basbakan adayi tespit edilir. Alavere-dalavre, bu adam öyle veya böyle yönetimin basina getirtilir. Yönetimin basi demek, egemen güçlerin ve Birlesik Amerika'nin dilekleri, çikarlari, istekleri dogrultusunda en uyumlu, en iteatkâr, en kusursuz ve sorunsuz biçimde çalisacak olan kisidir. Sonra, bu kisiyle çalisacak olan alt kadro belirlenir. Randiman alindigi sürece bu kisi ve avanesi o ülkede yönetimin basinda tutulur. Özal'i animsayalim. Özal'dan önce Demirel'i. Ondan önce Menderes gerçegini, Bayar gerçegini. Özal'dan sonra Çiller'i ve daha sonra. Hep ayni terane. Her ülkede ayni biçim. Bir kez daha ayni sistem, ayni oyun. 19 subat kararlarinin ardindan Türkiye'ye kurtarici maskesiyle gönderilen o adam Kemal Dervis. Dünya Bankasi görevlilerinden bir Türk! Bir anda Türkiye'de buldu kendini. Biz de zat-i âlîlerini Türkiye'de bulduk. Artik o mu bizim kucagimiza geldi, biz mi onun kucagina oturduk, bilinmez. Sözde 70'lerde Ecevit'in yakinlarindan birisiymis te. Çok iyi bir ekonomistmis te. Dünya Bankasi'nin Yoksul Ülkelerden Sorumlu elemaniymis ta. Bir takim muammalar. Ülkenin basbakaninin, bakanlarinin hatta meclisin de üstünde yetkilerle gönderiliyor. Cumhurbaskaninin bile onun kadar esamisi okunmuyor.
Dedik ya Dünya denen ülkedeki özerk birimlerin en büyügü ABD'dir. Digerlerini öyle veya böyle o yönetir, o yönlendirir. Türkiye'yin basina Dervis'i getirir. Dervis'in çalisabilecegi kadroyu da olusturur ve konulari liste olarak eline verir. Halk ta sanir ki, bunlari biz seçtik. Bunun adina demokrasi diyorlar ya! Hani, bilmem kaç yilda bir bizleri sandik basina çagirip, itiskakis, sandiklarin içine bir takim kâgitlar atmamizi, tikmamizi istiyorlar ya! Oradan çikardiklari sonuca göre de demokrasicilik oyunu oynuyorlar ya! Dervis'le ve nice dervislerle çalisacak kadro belli oluyor. O kadro da agababalarinin kasgöz isaretleriyle alt kadrolar olusturuyor. Herkes, gücünün yetecegi, sözünün geçecegi, kendinden fazla bilmeyecek, izinsiz ve kendi ölçülerine göre biçimsiz konusmayacak birilerini sef, genel müdür, müstesar, bölüm müdürü veya baskani konumuna getiriyor. O onu, o onu. Günes çarigi sikiyor, çarik ayagi. Kukla bir bakan bulunuyor. Kukla bir bakanlik örgütü olusturuluyor. Yanlislara, kasitlara baskaldirmayacak, tepki vermeyecek, dürüstlükten söz etmeyecek hatta bunu aklinin kösesine bile getirmeyecek birileri. Herkes, üstten gelen emirleri uygulamakla yükümlü. Sonuçta nemalanacak. Hiç kimse, hiçbir biçimde yetki sahibi degildir. Yetki isteyen de kim ki zaten? Yetki isteyip te basina belâ mi alacak. Birileri nasil olsa yönlendiriyor. Ona yalnizca nemalanmak kaliyor. Gelsin makam arabalari, gelsin bilmem ne marka son model jipler, bizim aklimizin almadigi arabalar, konforlar. Adam sen de! iki günlük ahir ömürde, birilerinin tekerine çomak sokup ta. Hangi makam sahibine, böyle olmaz ki! Bu isin biçimi bu deyildir. Bu yanlistir. deseniz. Benim bir yetkim yok. Üstten böyle geldi, demez mi? Üstten gelen ve gelecek olan her türlü emre paldir-küldür atilan. Alt kadrosunun hiçbir görüsüne zerre kadar önem vermeyen hatta pabuç birakmayan. Zira böyle durumlarda kendi basinin yanacagini, caninin yanacagini, koltugunun altindan kayacagini, makamindan, mekânindan olacagini çok iyi bilen birim müdürleri.
Sonra ne oluyor?
Bunlar da kendi kadrolarini olusturuyor. Karsisinda el-pençe duracak insanlar buluyorlar. En azindan, sikisinca kendine zerre kadar karsi çikamayacak bir yardimci kadrosu. Müdür yardimcisi deyil de, müdürün yardimcisi olacak insanlar!
Uluslar arasi büyük sermaye böyle istiyor. Dünyayi yöneten büyük sermaye kesimi, kendi çikarlarinin zedelenmesine izin vermez.
Kukla bakan, kukla müstesâr, kukla genel müdürler, kukla merkez örgütü. Birilerinin kasina gözüne bakarak kukla tasra örgütleri, kukla birim örgütleri. Günes-çarik hikâyesi böylece sürüp gider.
Bu is, devletlerin basindaki ana kadrolar kadar ara kadrolarda da sürer ve. Fabrikada isçiye, devlet dairesindeki memura, sokaktaki insana, köydeki çiftçiye, çobana kadar uzar, uzanir.
Derslikteki ögretmen de birilerinin izin verdigi, emir verdigi türde ögrenciler ve vatandaslar yetistirir. Bunun disinda bir tek söz ederse kendini huzurda bulur. Ardindan sürgünler ve meslek ihraçlari. Bunda diretmeyi sürdürürse yasam çizgisinin disina kayarak taca veya auta çikar.
Bu bir güres biçimidir. Karsilikli iki rakip. Güçlü olan serbest stil güresir. Hatta güres kurallarinin disina çikip box, tekvando, karate, kanf-fu ve adini sayamadigim pek çok spor dali karmasindan olusan bir serbesti içinde.
Güçsüz olan taraf greko-romen.
Hiç kimse kendini uluslar arasi sermayeyin sarmalinin disinda sanmasin.
Anladin mi arkadasim?

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol