BU TEMMUZ SIZIN OLSUN

29'uydu haziranin. Istanbul'dan gelmistim. Sicakti hava. Otogar'dan Çagdaskent'e kadar yürüdüm. Günes tepemi yakti adeta.
Ama Kirklareli'yin havasi kuru. Vicik vicik terletmiyor insani.
Ne zaman apartmana girdim, buram buram bir ter bosandi. Kapali mekân bogucu oluyor.
Kirkpinar baslamisti o ara. O nedenle 30'unda Edirne'ye gitmistik Kirklarelili sairler olarak.
Müthis bir sicak. Sicagin ötesinde adeta. Saril surul terledik orada. Halil ögretmenin bag evi birazcik teselli olabildi, hepsi o. Sehir içine geldigimizde yine ter, yine sicak, bunaltici.
Yemek sonrasi parka gittik. Sicak yine sürüyor ya!
Biraz sonra saganak yagmur. Demek ki buna delâletmis dedik.
Bir gün sonrasi Temmuz. Günlerden cumartesi ve ayin ilk cumartesi oldugundan dolayi Kirklarelili sairler, ozanlar, bu sehrin siir emekçileri, yine toplandik bizbize ve kendi kendimize okuduk siirlerimizi. Biz yazdik, biz okuduk, biz dinledik.
Temmuzun 1'iydi o gün. Daha dün gibi.
Sözde uzun aylardan biridir temmuz ve yilin en uzun günleridir 21 hazirandan sonra.
Köye gitmistim o gün Temmuzun 1'inde. Anam ihlamur topluyordu. Ona birkaç dal kestim. Yarin sabah ihlamurun tüm dallarini önüne indirmek sözü verip babamin koçlarinin pesinde çobanlik ettim.
2 temmuz sabahi yagmurla uyandik. Çisil çisil yagip duruyor. Anama ihlamur kesemedim.
Babamin koçlarina çobanlik edemedim. Koçlari bahçeye saldik. Gâh otladilar, gâh yagmurdan korunmak için agaç altlarina sigindilar.
2 temmuz 93'ün 13. yilindayiz. Sivas'ta Madimak oteli yakilali o gün 13 yil dolmustu.
Yagmur durmuyordu.
Çobanlik etmek için gelmistim ya köye. Olmadi, olmuyordu, olmayacakti. Ihlamur isi de, çobanlik ta güme gitmisti. Dönüp sehre geldim.
Aksamüzeri telefonla ögrendim köyümdeki yikimi. Meger sel alip götürüyordu köyümün yollarini, köprülerini. Bu durumda köye de gidemezdim. Endise büyüktü.
Ancak 3'ü sabahi gidebildim. Köy içine girmek olasi degil. Arabami köy disinda birakarak yürüdüm. Baba evine geçemiyordum. Sel halâ azgindi. Köprüler yikilmis, yok olmustu.
Uzatmayayim. Temmuz böyle baslamisti. Taptazeydi.
Sonra, yayindan bosanmis bir bandur gibi gitti temmuz. Gidis o gidis.
Dur demek yararsiz. Duymaz.
Duysa da durmaz insafsiz.
7'siydi, 8 oluverdi. 16'siyla 17'si birlesti. Iki günü bir etmeye basladik. Tükenmek, hemencik bitivermek için kendi kendisiyle yarisiyordu adeta.
Baksaniza kaçina geliverdik.
Siz bir sey anladiniz mi bu temmuzdan?
Temmuz bile böyle geçecekse, güdük bir mum gibi.
Hem ki yilin en uzun günlerini kullaniyor. Hem ki 30 yerine 31 gün vermisler, adam gibi kullansin diye.
Bu acelen ne?
"Hey gidi!" demisti babam, elini söylesine sallayarak, bir iki yil evvel. "60'li, 70'li, 80'li yillar! Ne arada geçtiniz?"
yasi 70 sonrasi, 80'e dogruydu.
Yas 50 buçuk ve 2006'yin yarisini tüketiverdik.
Oysa 2006'yin girisi nedeniyle Kirklareli semalarinda patlatilan havai fiseklerin kokusu henüz çekilmemistir Atatürk heykelinin dokularindan.
Sevmedim bu temmuz'u. Adam gibi durmadi yerinde..
Zaten oldum olasi bir sizi verirdi bana. Temmuz dendimiydi, her yasadigim yasin yarisini bitirdim demektir.
Zaten bu yil isinmadi gitti. Hep serin, hep rüzgârli. Adindan da utanmiyor.
Al iste! Alip götürüverdi yine yarisini. Bana kaldi 51'in ikinci yarisi.
Bu da demektir ki, 100 yasimin yaridan fazlasi gitti.
Alin, sizin olsun bu temmuz, bu vefasiz temmuz.
Bana vefali bir "ekim" yeter.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol