BOZULMAYA DUR DIYEBILMEK IÇIN.

Kime sorsak, kime rastlasak, kiminle konussak, dertlessek, kim agzini açsa, aralasa, binlerce kiniyor, elestiriyor televizyon yayinlarini. Özellikle saklabanlarin sunduklari eglence izlencelerini.
Sabah ve ikindi kusagindaki müzige ve kadina yönelik zilli-zurnali göbek fasillarini ve bol dedikodulu aile faciali.
Toplum yasamini gitgide inciten, sarsan, genel toplumsal yapimizin dibini dinamitleyen dizi furyasini.
insanlarin gerek aile içi, gerek komsuluk gidim gelimlerinde birbiriyle konusmaktan, iliski kurmaktan, sohbet etmekten bütünüyle kopuslarini, iliski kesislerini çok önemli, çok büyük sorun olarak gördüklerini belirtiyorlar.
Ama, ayni insanlar yine de bu kâbusu ortadan kaldirici bir seyler yapmiyor gibiler.
Herkes kendi suskunlugundan, kendi kabugundan hosnut. Gençlerimiz artik kendi aralarinda gelistirici, eglendirici oyunlar oynamiyorlar.
Çocuklarimiz kesinlikle oyundan vaz geçtiler. Oyundan vaz geçmek. Hani, bazilarinin yanlis anlayacagi üzere, oyundan vaz geçtiler de kendilerini islerine güçlerine mi verdiler? Dar zihniyet çocuklara oyunu yasak ederdi. Yani, oyundan vaz geçmek öyle çok çok hayrina bir sey degil. Çocuklarimiz keske oyun hatta oyunlar oynasalar. Çünkü, çocuk esittir oyun demistik egitimde. Oynamiyor iste çocuklar. Çocuk esittir oyun degil artik. Çocuk esittir televizyon. Çocuk esittir çizgi film. Çocuk esittir diziler. Çocuk esittir hatta "Binbir gece", çocuk esittir "Sila" vs.
Kirk yil önceleri, otuz yil önceleri çocuklarin oynadigi kirk elli çesit oyun vardi. Top oyunlari, çelik-çomak, misket, saklambaç, kaydirak (tukli), birdirbir, körebe, uzunesek, çatalmatal kaç çatal.
Hemen aklima geliverenler bunlar.
Gençlerin alanina giren seyirlik oyunlar vardi. Nelerdi bunlar? Örnegin, köylerde "kasim devesi".. Dibleciler bagirirdi arife gününün gecelerinde.
Köylerde genç erkekler kizli evlerin veya kizlarin toplandiklari evlerin camina giderlerdi. "Cama gitmek" bile baslibasina bir gelenekti, bir görenekti. Cama gitmenin bir edebi, namusu, bir nedeni, amaci ve sonucu vardi. Evet, kizardi kiz babalari ama, bu da kendi bünyesinde ve kurallari içinde bir gelenekti iste.
Otuz kirk yil önceki çocuklar, hazir bulmazlardi oyuncaklarini. Mese kombalaklarindan koyun ve koyun sürüsü, makaradan esek, gazoz kapagindan çoban köpegi yapar, saatlerce oynardi. Hayalinde kalaba bir sürünün sahibi olurdu. Hemen yan tarafinda ayni oyuna dalan arkadasiyla mala davara dayali söylesiler yapardi ciddi ciddi. Bir seyleri gelistirirlerdi.
Saatlerce saklambaç oynarlardi. Saatlerce misket (bilye). Hatta, gazoz kapaklariyla, hatta dügmeyle, büyükçe dügmelerle oyunlar oynanirdi, hem de iddiali, ciddi ciddi.
Saatlerce çelik oynanirdi.
Halka sürmekten yorgun düsülürdü. Çünkü sürülen o halka ayni zamanda hayalen bir Ford kamyondu. Saatlerce Ford kamyonun pesinde veya direksiyonunda olmak düsüncesi, hayali az mi mutlu ve umutlu eder insani.
Evcilik oynuyor mu simdiki çocuklar. Vakti zamanin çocuklari evcilik oynarken kendilerinden geçerlerdi.
Ve hatta ögretmen olurdu kimi, kimisi doktor.
Oyun bittiginde hayal bitmezdi. Köylerde pek çok evliligin temelinde, küçüklükte oynanan evcilik oyunlarindaki yapay esler bulunur.
O çocuklar mutluydular.
O gençler mutluydu, umutluydu. Çünkü bir seyleri hayal ediyorlardi. Hayallerini kendileri yaratiyordu. Kendi hayallerinin pesinde kosturuyorlardi. O çocuklar ve o gençler aileleriyle daha az sorun yasarlardi.
"Hayal ettigin kadar varsin!" demiyor mu bir söz. Veya, "Hayal ettigin sürece varsin" mi diyordu.
Tabi, günümüzde köylerde çocuk kalmadi. Kurban bayrami öncesi arife gününün aksaminda "dibleci" gelenegini yasatmak için üç dört çocugu bir araya getiremedik. Getirebilseydik, su yasta onlarla birlikte ben de çikacaktim dibleci bagirmasina.
simdi. Ekranlar teslim aldi çocugumuzu, gencimizi, kadinimizi, erkegimizi.
Beynimizi teslim aldi. Zamanimizi teslim aldi.
Peki, ne yapabiliriz? Kimlere is düser bu konuda?
Hemen okullar ve ögretmenler geliyor akla.
Yasadigimiz temel olumsuzluklarin, sevimsizliklerin, sevgisizliklerin, çözümsüzlüklerin altinda bir seyler yatiyor.
Eger istersek olumluya döndürülebilecek bazi seyler var gibime geliyor. Yeter ki ögretmenler istesin. Bakin, önümüz bahar. Önümüz mayis.
Mayis ayi demek bizde, Kirklareli'de "Kakava etkinlikleri" demektir. Ögretmenler bu etkinlikler süresince bir seyler hazirlayarak katkida bulunamazlar mi, müdahale edemezler mi toplumsal yasamimiza?Konusuruz.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol