AMAN MUHTAR AGA

Seçimlerin üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. Ne ben yazmayı bitirebildim, ne de YSK itirazlar üzerine yaptığı incelemeleri. Nihayet belediye seçimleriyle ilgili yapılan yoğun itirazları karara bağlamayı bitirip sırayı muhtarlıklarla ilgili itirazları değerlendirmeye getirebilmişler. Allah'tan ki YSK kararlarına itiraz yolu kapalı da... Böyle bir hak olmamasına rağmen Mansur Yavaş'ın anayasa mahkemesine yaptığı kişisel başvurusu reddedildi ki, ya itiraz hakkı olsa bu süreçler hiç bitmez gibi geliyor.
 İtirazlar yerinde bulunan kim bilir kaç muhtarlık el değiştirecek. Seçimde kaybetmek zordur ama seçildikten sonra kaybetmek çok daha zor olsa gerek. Bilmem nedendir ben asla makam mevki sevdasına kapılıp ta seçim yarışına katılmadım. Kim bilir halka hizmet etmeye müsait ortamlar, ekipler olsa belki bir şekilde içinde yer almayı düşünebilirdim de. Ama kişisel ihtirasları için oraya seçilmek isteyenlerle ne birlikte ne de yarış halinde olmak bana göre değil, iyi ki böyle bir düşünce yapısına sahibim dediğim zaman da çok olmuştur.         
          Anadolu'da yaygın olarak 'muhtar emmi, muhtar ağa' Trakya'da (en azından bizim yöremizde) 'muhtar aga' gibi ünvanlarla bilinir, her zaman ve mekanda saygın bir yeri vardır muhtarın. Eskiden köyümüzün en saf (saflık aptallık anlamında biliniyordu) insanı olarak kabul edilen, gerçek anlamda saf ve masum ''Çapın Sali Aga'' kendisine sık yapılan eşek şakalarından birini yapanların arasında muhtarın oğlu adaşı Salih'i de görünce: Sali yapma be kaadaşım; senin bari buban muutar diyerek aslında tarihi bir söz söylemiş. İşte muhtarın halkın gözünde, gönlünde olan ve olması gereken gerçek yer. Bırakın muhtarı oğlunun bile yanlış bir şey yapması ona garip gelir. Karı koca kavgasından sınır ihtilafına, nikah memurluğundan doğum-ölüm kaydına kadar hemen her alanda görev ve sorumluluğu vardır muhtarın.
Hey gidi günler!... Henüz hoparlörün olmadığı dönemlerde 'korucu bağırıyor' dendiğinde ilahi bir ses duymuş gibi herkes pür dikkat kesilir, ne söyleyeceği beklenirdi. Korucu avazı çıktığı kadar: Eeeey komşulaaar erkeees kaaveye gelsiin bu gece toplantı var eeeyy... Deyince akşam hane reisleri kahvede toplanır, yapılacak işlerle ilgili görev bölümü yapılır, köyün sorunları tartışılır, ileri gelenlerin fikir önderliğinde kararlar alınırdı.
 Çocuktuk... Bırakın devlet demek olan muhtarı, muhtarın adamı olan köy bekçisinin düdük sesini duyunca kaçacak delik arardık (kaçabilecek derman kalırsa.) Belki de ihtiyaçlara göre kararlaştırılmış ki köy okulları bir ay erken tatil olurdu. Malum; yaz gelince otlatılacak hayvan çok olurdu. Herkes yaşına göre; biz küçükler oğlak, kuzu, buzağı, malak otlatırdık. Çocukça oyuna dalıp ta kazara hayvanlar bir çayır, tarla, bahçeye ayak basmaya görsün. Hele biraz da size ailenize gıcığı varsa sudan sebeplerle on beş liralık makbuzu yazdımı yandınız. O yokluk yıllarında bir de üzerine evdeki ceza. Bir keresinde abimle birlikte ceza olarak ahıra kapatıldığımızı hatırlıyoruz ki; çok olsa sekiz yaş civarı çocuklarız. İsterse döverdi ki (ne de olsa jandarma demekti) ceza yazmasından sa dayak yemeye bin kere razıydık. Bu bizim değil o günlerin gerçeğiydi. Çocukluğumuzun (iyet, niyet) gibi adlarla bildiğimiz 'heyet odası' muhtarlık korku sembolüydü. Bekçi (bizde korucu) gelip 'oda'ya çağırdığında diller ve dizler çözülür, bir çok faili meçhul olaylar orada aydınlanırdı.
 Köyün genellikle başka iş bilmeyen kişileri bekçi olur ama o şapkayı kafaya geçirdiğinde 'kral' olurdu. Köyümüzün yerlisi çingene vatandaşlarımızdan bir İzzet vardı: Koyun sürüleri ile meramıza geçen komşu Karaabalar köyünün sürü sahiplerine illallah dedirtmiş ki; halktan birileri blöf olarak koyun sürüsünü önüne katıp götürmeye kalkınca, koyunların başındaki teyzenin: İzet, yapma ba gızanım bi daha gelmem diye yalvarması, aslında yüzünü bile tanımadığı İzzet'ten korkusunun dağları sardığı ibretlik bir olaydır. Yine köyümüzden biri ormandaki kışlağında babasıyla sabah kahvaltı yaparken; kilometrelerce uzaktan, köydeki korucunun düdüğünü duyunca: Aman bubacım korucu deyip ayağa fırlar. Babasının; olsun be oğlum koyunlar kapalı ya demesi üzerine; sahi be buba der, onlar gülüşür biz de halâ güleriz ağlanası hallerine. Korucu bölgeye hakim yüksek bir yere çıkıp düdüğünü öttürünce o bölgede korku dağları sarardı.
Tüm bunlar muhtarın adamı korucunun gücünü anlatır. Ya onun amiri muhtar... Varın onun da gücünü siz hayal edin. Muhtar demek adalet demek, güç demek akıl demekti. Köyün ortak çobanı olmadığı dönemlerde büyükbaş hayvan sahipleri hayvanlarını sıra ile otlatır. Köyümüzün en yaşlısı Osman Eti anlatıyor: Muhtar, Ali Uzun ile ikimizi çağırdı, yarın çobansınız dedi. -Ya hu bizim hayvanımız yok. -Bu gün yoksa yarın öbür gün olabilir... Komşudan ayrılmak olmaz. Ve biz ister istemez o çobanlığı yaptık... Bu gün mantık almayıp dikta gibi görünse de işin özü son cümlede: Komşudan ayrılmak olmaz... O devirde öyle, bu devirde komşudan ayrılmamak bir yana, komşuların akrabaların bile arasını açanların eline insafına kaldık... Allah sonumuzu hayreyleye... Tüm 'saygıdeğer' muhtarlarımıza saygılar sunar görevlerinde başarılar dilerim.
sairmehmet39@hotmail.com
 0 539 839 75 78

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol