İYİ VE GÜZEL ŞEYLER DE OLUYOR

Bu ülkede hiç güzel şey olmuyor mu? Demeyin. Oluyor tabii ki. Neden bunlardan değil de, hep veya çoğunlukla olumsuzluklardan bahsediyorsunuz? Diyebilirsiniz.
Nedeni şu; her şeyden önce, bir kere insanlar ‘iyi’ ve ‘güzel’ şeylere layıktır, bu bir... insanlara iyilik ve güzellik sunmak, ekstra bir özellik ya da olağanüstü bir hizmet değildir. Bu anlayış, zaten insan olmanın doğal bir özelliği olup, bu erdem nedeniyle diğer canlılardan farklı bir kimliğe sahibiz, bu da iki… kaldı ki, ülkenin-ilin-ilçenin-belde ve mahalle/köyün yönetimlerine aday olanların daha vicdani, daha insani, daha adil ve daha demokratik davranması uyarılarını yapan bizlerin varlık nedenleri bu olmalıdır, bu da üç…
Görebildiğimiz, duyabildiğimiz ve hissettiğimiz iyi ve güzel şeylere gelince; yaşadığımız olumsuzluklar kadar olmasa bile (iyi ve güzel şeyler olumsuzluklardan çok olsaydı, ülkemizin ekonomik, demokratik ve sosyal niteliklerine göre sınıfı ve statüsü farklı olurdu) görmezlikten gelemeyeceğimiz bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum:
1. Siyasi iktidar ve halk, son İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri sonuçları itibariyle, önemli bir demokrasi sınavını başarıyla vermiştir. Burada halk, iradesine sahip çıkmış, siyasi iktidar da (hiç beklemiyordum ya) sonuçlara saygı göstermiştir. Bu da bize, en küçüğünden en büyüğüne kadar sorunların akılcı ve doğru çözümü, ‘demokrasi içinde olanı en değerlidir’ öngörüsünü kanıtlamıştır.
2. Son yıllarda ülkemizde yaşanan ve ‘meşru müdafaa ve demokratik isyan hakkının’ doğal hak olarak sembolize ettiği meşhur ‘GEZİ OLAYLARI’, iyi ve güzel şeylerden biridir. Keşke, siyasi iktidarlar da bunu olgunlukla karşılayabilseydi. Ne olurdu o zaman? Siyasi iktidar (söylendiği gibi) alaşağı mı olurdu? Hayır. Ülkemizde demokrasi bir adım daha ileri taşınmış olurdu. Örneğin; merhum Demirel’in Başbakanlığı döneminde, gençliğin sokakları işgal etmesi, onu (sonunu hazırlasa bile) hemen iktidardan mı etmiştir? Hayır. O, hak arayan gençler üzerine topuyla, tüfeğiyle gitmek yerine, ‘yollar yürümekle aşınmaz’ diyerek, hem anlayış içinde olmuş hem de barış içinde sorunlara çare aramıştır. Yaşanan toplumsal krizi, sermayeden yana davranarak çözmeye çalışmış fakat, doğaldır ki bilindiği üzere çözmek mümkün olmamıştır.
3. Ülkemizde hak arama yolu üzerinde türlü barikatlar kurulsa bile, dünyada ve bizim ülkemizde tüketiciler artık bariz bir şekilde haklarını aramak ve sonuna kadar kullanmak istiyorlar. Bunu; görsel medya, basın-yayın kuruluşları, demokratik talepler ve Tüketici Sorunları Hakem Kurulu çalışmalarında görebiliyoruz.
Dahası vardır ancak, olaya duygusal bakmayıp objektif değerlendirmek için biraz zaman ve enerji harcamamız gerekiyor. Siz, yine de ülkemizde ‘iyi ve güzel’ şeylerin olduğu, olabileceği ve buna neden birçok gerekçenin varlığını düşünün. Ve de, yarısı su ile dolu bardağın dolu kısmını da göz ardı etmeyin ki; yanlışlıklarla mücadele gücünüz hiç eksilmesin.
Size öneriyorum ancak, kendim o kadar sakin olabiliyor muyum, tartışılır. Şimdi, buna örnek bir durumdan söz edeceğim. Bakalım bana hak verecek misiniz? Ve, bakalım sizin canınız sıkılmayacak, isyan etmeyecek misiniz?
Daha birkaç ay önce, tarih 12 Mart 2019. Yani, darbe tiyatroları tarihimizde ikinci gösterimin 48 yıl sonrası. 30712 Sayılı Resmi Gazete’de Sermaye Piyasa Kurulu’ndan bir Tebliğ duyurusu:
YATIRIM FONLARINA İLİŞKİN ESASLAR TEBLİĞİ (III-52.1)’NDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ (III-52.1.c) (Gördünüz mü bilmiyorum ama, ilgilenmenizi dilerim).
Bu tebliğ, özetle şunu anlatıyor; ‘Bünyesinde, Türkiye’nin en önemli şirketlerini barındıran ‘Varlık Fonu’nun satışa çıkarıldığını duyuruyor bize. Hangi şirketlerdi onlar demeyin bana. Zaten, söz konusu şirketlere sermaye piyasasının asli unsurları olarak sıcak bakmadığım bir yana, neo-liberalizme kurban verilmesine de gönlüm razı değil.
Yorumu size bırakıyorum…
‘TARIM ve ORMAN BAKANLIĞI ÖZELLEŞTİRİLİYOR’ temalı basın açıklamasında gündeme ilişkin THD’nin kaygılarını dile getiren olumsuzluklar, özetle şöyle devam etmektedir:
TÜRKİYE’DE TARIM VE
GIDA EMPERYALİZMİ (2)
Kapitalist ülkelerde batı ülkeleri başta olmak üzere, devlet ve kamu girişimciliği öncülüğünde 1970 ve 80’li yıllara kadar uygulanan kalkınmacı-korumacı politikaları Türkiye de uygulamıştı. Ancak, kapitalist sisteminin uygulandığı ülkelerde, özellikle de emperyalist özel şirketlerin tercih ve politikaları belirleyiciydi.
Bu kalkınmacı ve korumacı dönemde yerel tarımsal üretime, kırsal kalkınmaya, küçük çiftçiliğe önem veriliyordu. Bunun için de tarımsal kamu iktisadi kuruluşları (KİT) ile tarım satış kooperatifleri ve birlikleri kurulmuştu.
Tarımsal KİT’ler ile tarım satış kooperatifleri ve birlikleri, hem tarımsal yerli üretimin geliştirilmesi hem de bu anlamda çiftçilerin desteklenmesini sağlıyordu. Bununla birlikte, tüketicilerin daha ucuz ve sağlıklı gıda maddelerine erişimi sağlanıyordu. Tarım ve gıda alanındaki söz konusu korumacı-kalkınmacı uygulamalara Dünya Bankası tarafından da destek veriliyordu.
ABD ve AB merkezli kapitalist-emperyalist tarım ve gıda şirketlerinin kâr eğilimlerinin düşmesi nedeniyle, uygulanmakta olan korumacı-kalkınmacı politikalara son verilip, 1980’li yılların başından itibaren yapısal uyum politikaları dayatıldı.
Türkiye’nin de içinde yer aldığı ve yapısal uyum politikalarının da dayatıldığı ülkelerden tarım ve gıda alanında genel anlamda nasıl bir düzenleme yapılması isteniyordu?
• Devletin, halktan ve çiftçiden yana olan yerli tarımsal üretimden elini ayağını çekmesi,
• Korumacı ve kalkınmacı tarımsal politikalara ve uygulamalara son verilmesi,
• Çiftçilere desteğin kesilmesi,
• Tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi,
• Kapitalist-emperyalist şirketlerin çıkarları doğrultusunda tarımsal girdi ithalatı önündeki engellerin kaldırılması,
• Özel şirketlerin yararları doğrultusunda tarımsal üretimin ihracata yönelik olarak yapılması,
Yukarıda belirtilen dayatmalar ile yerli tarımsal üretimin korunması, geliştirilmesi, çiftçilerin desteklenmesi ve tüketici-halk yararı terk ettirilmiştir. Adına Neoliberal Küreselleşme denilen kavram ile, aslında, kapitalist-emperyalist şirketlerin tarım ve gıdadaki yeni bir sömürü ve saldırısının gereklerinin yerine getirilmesi isteniliyordu.
Yapısal uyum politikalarının tarım ve gıda alanında gerçekleşmesi doğrultusunda daha sonra dayatılan ve Türkiye tarafından kabul edilen ve uygulanan anlaşmalar;
• 1986- 1994 yılları arasında Uruguay Turu görüşmeleri ve genel anlaşması,
• 1994’de yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütü’nün Tarım Anlaşması,
• AB ile 1995 yılında yapılan Gümrük Birliği Anlaşması,
• Dünya Bankası ile imzalanan Tarım Reformu Uygulaması,
• İMF ile 1999 yılı sonunda imzalanan Stand By Anlaşması,
• UPOV denilen Uluslararası Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Birliği’ne Türkiye’nin 2007 yılında üye olması,
• 2013 sonrası Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası,
Yukarıda belirtilen anlaşmalar Türkiye’nin tarım ve gıdasını dışa bağımlı hale getirmiştir. Buna paralel olarak, tarımsal üretimde düşüşe, üretim maliyetlerinde ve gıda fiyatlarında yükselmeye, küçük çiftçilerin yoksullaşmasına ve üretimi terk ederek, köyden kente göç etmelerine neden olunmuştur.
(THD Merkezi Çalışmalarından)

Sorunsuz ve sağlıklı bir
yaşam dilerim.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol