İŞ CİNAYETLERİ

Tüketicilerimizin sosyal, ekonomik ve demokratik hak ihlallerine karşı, bir kamu yararına çalışan dernek olarak Tüketici Hakları Derneği olarak gereken mücadele verilmeye çalışılıyor. Ancak; bedeli daha ağır olup can ve mal kayıpları ile sonuçlanan iş kazalarına karşı mücadelede görev ve sorumluluk açısından TMMOB, daha öncelikli bir konuma sahiptir. Zira hepimiz biliriz ki, üretimin büyük bir bölümü kol ve beden işçilerinin emekleri sonucu elde edilir. Ve bu alanda çalışanlar ise, kısaca 'işçi' olarak adlandırılırlar. İşçilerin çalışma alanları ile ilgili yasal tanımlaması, 'İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası' ve ilgili diğer mevzuatlarla sınırlıdır.
Geçmiş yıllara bakıldığında, yükselen bir ivme ile iş kazaları ve buna bağlı mal ve can kayıpları nedeniyle, 3 Mart 1992 tarihinde Zonguldak Kozlu'da yaşanan ve 263 madencinin yaşamını yitirdiği Grizu patlaması faciasının yıldönümü "işçi sağlığı ve iş güvenliği" konusunun önemine dikkat çekmek amacıyla TMMOB 42. Olağan Genel Kurulu`nda "iş cinayetlerine karşı mücadele günü" olarak ilan edilmiştir.
"3 Mart İş Cinayetlerine Karşı Mücadele Günü" dolayısıyla TMMOB ve bağlı odaların yaptıkları çalışmalar ve bu konudaki uyarıları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Deniliyor ki; iş cinayetlerine karşı mücadele günü ilan edilmesi zorunluluk haline gelmiş bir ülkede yaşıyoruz. Nasıl olmasın?
"Eğer, bir ülkede çalışma yaşamının en büyük sorunu iş cinayetleriyse…
"Eğer, bir ülkede günde dört işçi iş cinayetinde yaşamını yitiriyorsa…
"Eğer, bir ülkede iş kazalarında 20 işçi sakat kalıyorsa…
"Eğer, bir ülkede günde 6 işçi iş göremez şekilde kazaya uğruyorsa…
"Eğer, bir ülkede her gün 650 iş kazası meydana geliyorsa…
"Eğer, bir ülkede her saat başı 80 iş kazası oluyorsa…
"Eğer, bir ülkede yılda 750 bin işçi iş kazasıyla karşı karşıya kalıyorsa…
"Eğer, bir ülkede 10 iş kazasından sadece biri kayıtlara geçiyorsa…
Neden iş cinayetleriyle mücadele için özel bir gün ilan edilmesin? Yine de biliyoruz ki, Elbette bu sorunu ortadan kaldırmayacak, iş kazalarını önlemeye yetmeyecek, ölümlerin, yaralanmaların önüne geçmeyecektir. Olsa olsa iş kazalarına karşı toplumsal duyarlılığı arttırmayı amaç edinecektir.
Duyarlılığı arttırmaya ihtiyacımız olmadığı söylenebilir mi? Sonsuz ihtiyacımız olduğu ortada. Çünkü, ülkemizin iş kazalarındaki sicili hayli kabarık. Siyasi iktidarlar bu oranları kabul etmese de, Türkiye'nin 100 bin çalışan başına düşen ölümlü iş kazalarında Avrupa birincisi, dünyada ise El Salvador ve Cezayir'den sonra üçüncü olduğu İLO verilerinde yer alıyor. İLO, Türkiye'de ölümlü iş kazaları oranını 100 binde 20,5 olarak açıklarken, aynı oranın Norveç, İsveç, İsviçre ve Danimarka gibi ülkelerde '100 binde 2' olduğunu belirtiyor.
Son 10 yıla bakıldığında; 2003 yılında 811 işçi, 2013 yılında 1235 işçi, 2014 yılında 1886 işçinin can verdiği görülmektedir. İş yaşamının sürdüğü her iş kolunda iş cinayetleri dur durak bilmeden sürerken, 2014 yılı verilerine göre; İnşaat, Yol işkolunda 423 işçi, Madencilik işkolunda 386 işçi, Tarım, Orman işkolunda 309 işçi, Taşımacılık işkolunda 138 işçi, Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 93 işçi, Belediye, Genel İşler işkolunda 87 işçi, Metal işkolunda 81 işçi, Savunma, Güvenlik işkolunda 48 işçi, Enerji işkolunda 43 işçi, Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 37 işçi, Tekstil, Deri işkolunda 36 işçi, Çimento, Toprak, Cam işkolunda 31 işçi, Ağaç, Kağıt işkolunda 30 işçi, Petro-Kimya, Lastik işkolunda 29 işçi, Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 28 işçi, Konaklama, Eğlence işkolunda 28 işçi, Gıda, Şeker işkolunda 21 işçi, Basın, Gazetecilik işkolunda 8 işçi, Banka, Finans, Sigorta işkolunda 3 işçi, İletişim işkolunda 2 işçi ve işkolu belirlenemeyen 25 işçi can vermiştir.
2015 yılının sadece Ocak ayında ise 125 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir. Bu veriler ışığında ülkemiz açısından, tablo oldukça karanlıktır. İLO verilerini yok sayan, oranlarla oynayan siyasi iktidarların ölümleri görmezden gelmesi mümkün müdür? AKP iktidarı süresince 15 bine yakın işçi ailesinin evine ateş düşmüştür. Ne yazık ki ateş düştüğü yeri yakmakta, siyasi iktidar sorumluluğu üstlenmemektedir.
Aklımıza gelen şu soruların kamuoyu ile paylaşılması gerekir;
"Dünyanın herhangi bir ülkesinde Soma, Ermenek, Torunlar İnşaat vb. gibi facialar sonrasında neler yaşanırdı? İstifa müessesi devreye girer miydi?
"Sorumlular yargı önüne çıkar mıydı? Bu cinayetlerden birinci derecede kim sorumlu tutulurdu?
"Bu beklentileri bir kenara bırakalım, ülkemizde iş cinayetinin yaşandığı bölge siyasi iktidar sözcülerinin, bakanların gösteri alanı haline çevriliyor. "Takdiri ilahi", "mukadderat", "fıtrat" açılımları ile cinayetin üstü örtülüyor.
Yapılan araştırmalara göre iş kazalarının % 98'i, meslek hastalıklarının % 100'ü önlenebilir iken; gerekli önlemler alınmadığı için maalesef her yıl iş kazaları ve meslek hastalarından dolayı birçok insan hayatını kaybetmektedir.
Kimi zaman "ölçülmeyen karbon monoksit oranı", kimi zaman "bakımı yapılmayan cephe asansörü", bazen "kapatılmayan inşaat boşluğu", bazen de "çadırdaki elektrik kaçağı" olarak karşımıza çıkan, oysa asıl nedeni yıllardır uygulanan neoliberal politikalar olan iş cinayetlerinde her yıl yüzlerce emekçi yaşamını kaybediyor, yüzlercesi de sakat kalıyor. Her yıl yüzlerce emekçinin alın terine gözyaşı ve kan karışıyor.
20 Haziran 2012 tarihli, 6331 sayılı "İş Sağlığı Ve Güvenliği Kanunu" yürürlüğe girdiği tarih itibariyle iş cinayetlerini ve ölümleri durdurmamış, azalması beklenen iş cinayetlerinin sayısının artmasına sebep olmuştur. İşyerlerinde çalışan insanların sağlık ve güvenliğinin devlet gözetiminde ve denetiminde olması beklenirken, ülkemizde devlet bu yasa ve yönetmeliklerle elini bu alanlardan çekerek özel sektöre bir pazar açmıştır.
Günümüz Türkiye`sinde emekçileri iş güvenliğinden uzak bırakan, mühendisleri, mimarları ve iş yeri hekimlerini iş kazaları tazminatlarından sorumlu tutan, Soma`daki 301 madencinin faturasını maaşlı çalışan emekçilere kesen, işvereni ve iş yaşamını denetlemekten sorumlu olan devleti ise her türlü sorumluluktan arındıran bir iş güvenliği politikası sadece "ÖLDÜRÜR". İnsan hayatına değer vermeyen bu politikalara dur denmediği takdirde 2015 yılında iş cinayetlerine kurban verilecek olan emekçilerin yakınlarına şimdiden sabır ve başsağlığı diliyoruz.
Bu olumsuz tabloyu değiştirmek için;
- Özelleştirmeler iptal edilmeli, madencilik sektörü başta olmak üzere taşeronluk ve rödevans ile her türlü güvencesiz çalışma uygulamaları kaldırılmalıdır.
- İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin ayrımsız tüm çalışanlar için bir hizmet değil, bir hak olduğu ve çalışanların bu hakkına karşı tek muhatabın devlet olduğu kabul edilmelidir.
- Sendikalaşmanın önünde ILO standartlarıyla çelişen engeller kaldırılmalı ve örgütlenme teşvik edilmelidir.
- Toplu iş sözleşmesi hakkının önündeki başta çifte baraj uygulaması olmak üzere tüm engeller kaldırılmalıdır.
- İşçi sağlığı ile iş güvenliğinin birbirini tamamladığı gerçeğinden hareketle, tüm çalışanlar insana yakışır norm ve standartta bir sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmalıdır. Sigortasız ve sendikasız çalıştırma önlenmeli, kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınmalıdır.
- Bağımsız denetim mekanizmaları oluşturulmalı, işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarının iş güvenceleri mutlaka sağlanmalı, ücretleri oluşturulacak bir fondan karşılanmalıdır. Bu meslek gruplarının eğitiminde TTB ve TMMOB yetkili kılınmalıdır. İşyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarının ilgili meslek odalarına üye olmadan çalışmalarına izin verilmemelidir.
- Denetim raporları; şeffaf olmalı ve ilgili sendikalara, meslek odalarına iletilmelidir.
- Yıllardır ihmal edilen meslek hastalıklarının önlenmesi, gerekli taramaların yapılması, hastalıkların tespiti için yasal düzenlemeler bir an önce hayata geçirilmelidir.
- Koruyucu sağlık hizmetleri yerine tedavi edici sağlık hizmetlerine öncelik verilen uygulamalardan vazgeçilmeli, koruyucu sağlık hizmetleri geliştirilmelidir.
- Sendikaların, meslek odalarının, üniversitelerin karar süreçlerinde ve yönetiminde etkin katılımının olduğu idari ve mali yönden bağımsız, demokratik bir işleyişe sahip Ulusal İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kurumu oluşturulmalıdır.
YEREL YÖNETİM ANLAYIŞI ŞÖYLE OLMALIDIR…
Şehir içi trafik düzenlemelerindeki aksaklıkların ivedilikle çözümlenmesi gerekir. Kent halkının ulaşımını sağlayan dolmuş tipi araçlarda yolcu kapasitesi dengesizliği ve güzergahlardaki trafik akışında müthiş tıkanıklığın giderilmesi gerek. Sürücü ve yolcuların ruh sağlıklarını olımsuz etkilemektedir.
Sorunsuz ve sağlıklı bir yaşam dilerim. 04.03.2015
Hüseyin Kahraman

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol