KENDİ ÖZ GÜCÜNE GÜVENMEK

İnsanın, kendi özgücüne güvenmek kadar değerli bir serveti yoktur. Bu gerek bireysel olsun, gerek örgütsel olsun, gerekse toplumsal olsun hep böyledir.
Eğer; bireyin, örgütün ya da toplumun hakları için mücadele veren unsur, bu öznelerin dışında bir kimlik taşıyor ise, bunun getirisi bilinmelidir ki, bir bütünün belirli orandaki payları kadardır. Yani, hak edilenin sadece bir kısmıdır. Elbette, emeğin bir karşılığı olmalı ve birileri adına iş yapana, sadece faaliyetin ekonomik bedeli ölçüsünde bir ödemenin yapılması kadar, doğal bir şey olamaz.
Mesele, bu kadar ve bu boyutta olsa sorun yok. Ancak; kurtarıcılar, daha büyük bedeller ister ve beklerler. Onun için diyorum ki; insanın, kendi özgücüne güvenmek kadar değerli bir serveti yoktur. Bu, yaşamın hangi alanı ile ilgili olursa olsun değişmez.
Bizim gündemimiz, insan hakları ile ilgili bildiğiniz gibi. İnsan haklarının da, yaşam hakkından sonra gelmekle birlikte adaletin, eşitliğin, emeğin, onurun içinde yer aldığı öncelikli konularından biri olan 'Tüketici Hakları'dır.
Tüketici Hakları denildiğinde; tüzüğünde de belirtildiği gibi, 'tüketicinin haklarının yerleştirilmesi ve yaygınlaştırılması ile tüketicinin korunması konusunda çalışmalar yapmaktır'.
Bir diğer tanımlama ile; ilgi, sorumluluk, faaliyet kapsam alanlarımızla ilgili tüketicilerimizin mal ya da hizmet alımlarında yaşadıkları haksızlıkların giderilmesi ve önlenmesini sağlamaktır. Çünkü; kamu yararına çalışan derneklerin kuruluş nedeni, tüketicilerin haklarını korumak ve onların haklarını savunmak için uğraş verir.
Çalışmalarımızda bizi rahatsız eden, gerek tüketici gerekse tüketiciye hizmet ve/veya mal sağlayan kişi, kurum veya kuruluşlarca sergilenen olumsuz davranışlar vardır. Bu davranışlar ki; bizim bu kamusal hizmetlerimizi etkisizleştirmekte, önemsizleştirmekte, zafiyete uğratmakta hatta, hatalara zorlamaktadır.
Öncelikle tüketicilerimizin olumsuz davranışlarından söz etmek istiyorum:
Her ne şekil ve yöntemle olursa olsun, kimse kimseye hiçbir karşılığı olmadan herhangi bir menfaat sağlamaz (Şans oyunları hariç, bu devlet bile olsa). Esasen bu alanda sayısız örnek var ancak, buna birkaç örnek vermek istersek;
" Kurnaz ve uyanık pazarlamacıların dayanılmaz ısrarları karşısında asla ikna gafletine düşülmemeli ve bunun altında mutlaka bir aldatma/kandırılma kaygı ve kuşkusu aranmalıdır.
" Basın ve yayın araçları ile yapılan reklamlarda daima bir illüzyonizm (göz-kulak yanılgısı) yani, bir algı güvensizliği düşünülmelidir.
" Gerçek değerinin altında satışı yapılan her üründe, gizli bir defonun varlığı ya da, size ağır bir bedel fatura edileceği korkusu olmalıdır.
" Hak arama yolunda, haklı olduğunuz halde sizi haksız duruma düşürecek tavır ve davranışlardan kaçınılmalıdır.
Tüketicilere mal ve hizmet sağlayan ve ilişkiler sonucu mağduriyetlere neden olan kişi, kurum ve kuruluşların davranışları ise;
Onlardan ekstra bir fedakarlık istemiyoruz, yeter ki; yasa ve ilgili mevzuatlara uysunlar ve de ticari ahlaka uygun davransınlar.

Toplumsal düzen ve adaleti sağlamakla görevli yerel ve genel konumdaki kamu kuruluşlarına gelince:
Bir ülkenin asli unsuru; alt kimlikleri ne olursa olsun, üst kimliği o ülkede yaşayan halktır. Farklı renk, cinsiyet, kimlik ve inanç sahibi her kim olursa olsun bir yurttaş olarak yasalar karşısında herkesin eşit olduğu söylemlerden öte pratik hayatta yaşanmalıdır. Hizmet ya da mal alırken, herkesin aynı hak ve sorumluluk içinde olması gerekir.
Özellikle, kamu yararına çalışan derneklerin bu tür durumlara müdahil olma önceliği bulunmaktadır. Aksi halde, neden diğer derneklere göre ayrıcalıklı sorumluluk taşısınlar? Örneğin; (5253 sayılı DK) Kamu yararına çalışan dernekler, ilgili bakanlıkların ve Maliye Bakanlığı'nın görüşü üzerine, İçişleri Bakanlığı'nın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla tespit edilir. Bir derneğin kamu yararına çalışan derneklerden sayılabilmesi için, en az bir yıldan beri faaliyette bulunması ve derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek üzere giriştiği faaliyetlerin topluma yararlı sonuçlar verecek nitelikte ve ölçüde olması şarttır.
Kaldı ki; diğer sivil toplum kuruluşları gibi örgütsel yapılanmaları gönüllülük esasına dayanır. Sendikalar, meslek odaları, siyasi veya ekonomik amaca dayalı örgütlenmelerde bilirsiniz ki bir mücadele vardır. Bu mücadele, hem örgütün başarısı için dışa dönük, hem de yönetimlere gelebilmek için içe dönük yapılmaktadır.
Renk, cinsiyet, inanç, kimlik, sosyal statü vb. hiçbir ayrım gözetmeksizin, toplumun hatta, tüm canlı varlıklarıyla doğal çevrenin haklarını savunmak gibi bir amacı olan örgütlenmeler, tamamen gönüllük esası ve dayanışmacı anlayışı gerektirir.
Örneğin; bir kişinin gördüğü haksızlık, 'bana yapılmadı ama bu ben de olabilirdim' empatisi ya da, 'sıra bana da gelebilir' öngörüsü veya, mağdura, savunmasıza, güçsüze destek ve hak ihlallerine karşı durmak, bu tür örgütlenmelerin fıtnatında önemli yer işgal eder. Onun içindir ki, toplum olarak bu tür örgütlenmelere ve örgütsel çalışmalara öncelikli önem verilmelidir.
Ama, devlet olarak biz ne yapıyoruz? Kamusal niteliği bulunan yerel ve genel yönetimleriyle, bu tür örgütler doğrudan veya dolaylı yollardan engellenmektedir.
Ya halk ne yapmaktadır? Sadece, yaşadığı mağduriyet sürecinde önemseyip değerini bilir. Daha sonra ise, semtine uğramaz.
Şu anda; Tüketici Hakları Derneği Kırklareli Şubesi, iki elin parmak sayısı kadar bile olmayan gönüllü ile faaliyetini sürdürmektedir. Kendi özgücümüze güvenmek için destek gerekli.
Eğer; 'haksızlığa uğrayan, mağdur olan ben değilim ama, ben de olabilirdim' diyenler… 'Haksızlıklar karşısında susarsam sıra bana da gelebilir' diyenler… 'Yanındaki yakınındaki bir haksızlığa uğradığında, bana ne' demeyenler… 'Acılar paylaşıldıkça küçülür, mutluluklar ise paylaşıldıkça büyür' diye düşünenler… 'Her canlının kendi nitelikleri ölçüsünde yaşam hakkına saygı' gösterenler… Ve, bütün bunların arasında öncelikle bir aile içinde en önemli konumdaki 'ev kadınları'nı Tüketici Hakları Derneği bünyesinde yer almalarını umuyor ve bekliyorum.
BELEDİYE BAŞKANLIĞIMIZDAN
TALEPLER…
Bir dernek yöneticisi, bir çevreci, bir teknik eleman, bir kentli olarak; yerel yönetimlerin sorumluluklarını hatırlatmaya devam edeceğim. Onlar duymasa, umursamaza, aldırmasa bile. Ta ki; yönetime gelmeden önce ve geldikten sonra bile 'sözlerimin arkasında olacağım' diyen başkan duyuncaya kadar.
Evet; bu hafta da, doğal gaz kullanımı ile hava kirliliğinde azalma olmasına karşın, kentimizin bazı bölgelerini özellikle de sabah ve akşam saatlerinde kalorifer bacalarından çıkan partiküler madde yoğunluklu dumana son verilmesinde ısrar ediyorum. Bu, çözümlenmesi kolay ve önüne geçilebilir bir ihlaldir. Kaldı ki, çözümü herkesi de mutlu eder. Tek handikap, sorunu çözmemekte direnene ekonomik yük getireceği için, seçmen olarak potansiyel oy desteği olabilir.
Sorunsuz ve sağlıklı bir yaşam dilerim.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol