HAK ARARKEN HATA YAPMAMAK

Sevgili Önadım okurları, değerli tüketiciler; hak arama yolundaki en önemli ve telafisi mümkün olmayan sorunun ‘başvuru zamanını kaçırmak’ olduğunu daha önce hatırlatmıştım. Şimdi ise, verilen tepkiler ve mevzuata uygunluğuna değineceğim. Buna göre;
1. Yaşanılan tüketici mağduriyetinin yasal kurallara ve objektif koşullara göre haklılığınız kesin olsa bile, bunu gölgede bırakacak davranış göstermemeniz gerekir. Yoksa, daha da zararlı çıkmanız kaçınılmaz olabilir.
Buna, yaşanmış bir örnek vermek istiyorum: Birkaç yıl önceydi ve bir kadın tüketicimiz ‘bir mağazadan almış olduğu ayakkabının ayıplı olması nedeniyle’ hakkını aramak üzere derneğimize başvurdu. Tüketicimizin sunduğu belgeleri ve ayıplı ürünü inceledikten sonra, haklı olduğunu ve kendilerine mevzuata uygun hak arama yol ve yöntemlerini önerdik. Bu bilgi ve mağduriyet duygusu ile ürünü aldığı mağazaya giden tüketicimiz, ilgili mağazaya giderek kendisinin kandırıldığını, hemen mağduriyetinin giderilmesini istemiş. Hatta, işyerinde bulunan diğer müşterileri yok sayarak /belki de haddini aşan/ ithamlarda bulunması nedeniyle olay mahkemeye aksetmiş, ‘ticari itibara hakaret’ davasından tüketicimiz parasal ceza almıştır. Haklı iken haksız, hak ararken haksızlık etmenin anlamsızlığı… nereden nereye? Aman, dikkatli olalım…
2. Satın aldığımız ürün ya da hizmetin gerçekten ayıplı olup olmadığı konusunda emin olmamız gerekir. Bu durum yasada tanımlanmış olup, aşağıda olduğu gibidir;
Ayıplı Mal:
(1) Ayıplı mal, tüketiciye teslimi anında, taraflarca kararlaştırılmış olan örnek ya da modele uygun olmaması ya da objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan maldır.
(2) Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda, internet portalında ya da reklam ve ilanlarında yer alan özelliklerinden bir veya birden fazlasını taşımayan; satıcı tarafından bildirilen veya teknik düzenlemesinde tespit edilen niteliğe aykırı olan; muadili olan malların kullanım amacını karşılamayan, tüketicinin makul olarak beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar da ayıplı olarak kabul edilir.
Ayıplı Hizmet:
(1) Ayıplı hizmet, sözleşmede belirlenen süre içinde başlamaması veya taraflarca kararlaştırılmış olan ve objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan hizmettir.
(2) Hizmet sağlayıcısı tarafından bildirilen, internet portalında veya reklam ve ilanlarında yer alan özellikleri taşımayan ya da yararlanma amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan makul olarak beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren hizmetler ayıplıdır.
EVRENSEL TÜKETİCİ HAKLARI VE TÜRKİYE GERÇEĞİ (1)
Küresel ısınma ve küresel iklim değişikliği, bugün dünyamızın ve insanlığın en önemli sorunlarından birisi duruma gelmiştir. Bu sorunun belirleyici nedeni olarak, kömür-petrol ve doğal gaz gibi fosil enerji kaynaklarına dayalı üretim-tüketim modelleri ve uygulamaları olduğu belirtilmektedir.
Küresel ısınma ve küresel iklim değişikliğinin doğa ve insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinin artması üzerine, 1992 yılında Rio Çevre ve Kalkınma Konferansında İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS) elli ülke tarafından onaylanmış ve sözleşme 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Birleşmiş Milletler öncülüğünde imzalanan bu sözleşmeye taraf olan ülke sayısı 197’dir. Türkiye, bu Sözleşmeye 24 Mayıs 2004 tarihinde taraf olmuştur. Sözleşmenin nihai amacı, atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki insan kaynaklı tehlikeli etkiyi önleyecek bir düzeyde durdurmaktır.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine yönelik Kyoto Protokolü ise 16 Mart 1998’de Newyork’ta imzaya açılmıştır. Protokol, 8 yıl sonra, 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, 5 Şubat 2009 tarihinde Kyoto Protokolüne katılmıştır. Protokole 191 ülke ve AB taraftır. Kyoto Protokolünün amacı; atmosferde bulunan sera gazlarının iklimlere etki etmesinin engellenmesi, en aza indirilmesi ile birlikte iklim değişikliğinin azaltılması ve mevsimlerin doğal seyrinde ilerlemesinin sağlanmasıdır. Protokolün hedefi ise, sera gazı emisyon azaltımı/sınırlandırılması yükümlülüklerini üstlenen ülkelerin sera gazı emisyonlarının toplamının, 2008-2012 yılları arasındaki birinci taahhüt döneminde, 1990 yılındaki seviyenin %5 altına düşürülmesidir.
Ülkeler arasındaki yukarıda belirtilen söz konusu sözleşme ve protokollere başta ABD olmak üzere ülkelerin büyük bir çoğunluğu uymamıştır.
Tam tersine, bir takım finans kuruluşları aracılığı ile karbon ticareti yapılarak bu sözleşme ve protokolü ve diğer ilgili kararları bir ticari araç olarak kullanmışlardır. Bununla birlikte, fosil kaynak üretimini ve ticaretini yapan kapitalist-emperyalist enerji şirketleri karbondioksit emisyonunun azaltılmasına değil, daha da artmasına neden olmuşlardır.
2012 yılında Rio’da yapılan Rio+20 toplantısında, son yıllardaki küresel ısınma ve buna bağlı iklim değişikliğinin afetleri arttırıcı etkide bulunduğuna dikkat çekildi. 1992’den 2012 yılına kadar geçen sürede, dünyada meydana gelen sel, kuraklık, fırtına, deprem, aşırı sıcaklar, toprak kayması, orman yangını ve volkan gibi doğal afetlerden toplam 4.4 milyar insanın etkilendiği, 2 trilyon dolar dolayında bir zararın oluştuğu vurgulandı. Doğal afetler sonrasında 1.3 milyon insanın yaşamını kaybettiği belirtilmiştir.
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin (İPCC) 2013 yılı raporu, son 42 yılda Türkiye’de sıcaklığın tüm bölgelerde arttığını, 1950’den günümüze dağ buzullarında 10 metrelik geri çekilme gözlemlendiğini, ülkenin üç tarafını çevreleyen denizlerin düzeyinin çıplak gözle hissedilemeyecek yavaşlıkta yükseldiğini ve doğal afetlerin sıcaklık artışı ile doğrudan bir seyir izlediğini göstermektedir.
Raporda, Türkiye’nin eklim değişikliğinden en çok etkilenecek kırılgan bir jeo-stratejik konumda olduğu belirtilmektedir. Eğer,mevcut emisyon oranları kontrol altına alınmazsa, denizlerin düzeyi 2050 yılına kadar 0.3 – 0.5 metre, 2100 yılına kadar ise 1 metre yükselecektir. Böyle bir gelişme, üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’deki ve dünyadaki tarım alanlarının büyük kısmının kullanılamaz duruma gelmesine neden olacaktır.
Isınmaya bağlı olağan dışı gelişmeler, üç tarafı denizlerle çevrili Anadolu’nun önemli bir kısmının tuzlu deniz suyu altında kalacağı anlamına gelmektedir. Bu durum ve gelişmelerin, bulaşıcı hastalıkların yayılma oranının da yükselmesine neden olduğu belirtilmiştir.
Raporda; Avrupa ve Ortadoğu bölgesinde aşırı hava olaylarından en çok etkilenen ülkeler listesinde Türkiye’nin 3.sıralarda bulunduğu vurgulanmıştır.
Sorunsuz ve sağlıklı
bir yaşam dilerim.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol