GELECEĞİMİZ ENERJİYE BAĞLIDIR, ANCAK!...(4)

Sevgili Önadım okurları; öncelikle Ramazan Bayramı’nızı kutlar, sağlık, güvenlik, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda sorunsuz bir yaşam dilerim.
Çağımızın en büyük ve yaşamsal nitelikli gereksinimi olan ‘Enerji’nin, ekolojik dengeleri altüst eden denetimsiz üretimi nedeniyle yaşanabilecek olası çevre sorunlarından söz etmeye devam ediyorum. Zira; geleceğe yönelik tüm korku ve kaygıları içeren uyarılara karşın bütün dünyada bu konudaki olumsuz tutum ve davranışlar devam etmektedir. Bu saldırılara karşı etkin mücadele yöntemlerinden biri; ‘Büyük düşünüp, küçük ve basit eylemler’ olmalıdır kanısındayım.
Hepimiz biliyor ve görüyoruz ki, bugün dünyanın ipi birkaç haydut devletin elinde. Onları bu kadar muktedir kılan ne askeri gücü, ne ekonomik ve teknolojik üstünlüğü, ne de saygınlıklarıdır. Onları, ne yazık ki, ülkemiz örneğinde olduğu gibi bazı ‘yandaş’ devlet destekleri bu aymaz duruma getirmiştir. ‘Dünya beşten büyüktür’ demekle büyük olmuyor. Dünyanın istediği bölgelerinde ve istediği (daha doğrusu kendilerine karşı durmaya çalışan) devletlere ayar vermeleri karşısında ‘Beşten büyük devletler’ güç birliği yapsın da bakalım ‘jandarmalık nasıl oluyor’ görelim. Bilinmelidir ki, haklı bir savaş yoktur, bütün savaşlar ekonomik, sosyal, siyasal ve ekolojik yıkım demektir.
Yöntem konusunda ise, şu örnekte olduğu gibi benzer bir strateji gerekir diye düşünüyorum: 60’lı 70’li Yılların dünyasında esen ‘Devrim’ rüzgarının kırlardan mı, şehirlerden mi başlaması gerektiği çok tartışılmıştır. Ve, her ikisinin de kesin öncelik aldığı söylenemez. Zira; bunu ülkelerin stratejik ve jeopolitik durum ve konumlarına göre ve kendi kararları ile başarılı olmuş dünyada örnekleri vardır.
Engellenemeyen ‘Çevre Sorunları’ nedeniyle olası ekolojik felaketlere karşı; gerek ekonomik ve teknolojik olarak, gerekse askeri anlamda çevre sorunu yaratamayan beşten büyük devletler önce kendi ülkelerindeki çevre cinayetlerine dur demelidir. Daha sonra da, kendilerine benzer ülkelerle iş ve güç birliği yapmalıdır. Bu, dünyayı felakete sürüklemede sınır tanımayan haydut devletleri dizginlemekten daha kolaydır. Bu mücadelenin olmazsa olmazı, ülke yönetimlerine müdahale edilerek ‘Halktan ve Emekten yana’ iktidarları işbaşına getirmekten geçer. Göreceksiniz, ondan sonra ‘Her Şey Güzel’ olur.
Yaşanmış Olan Çevre Felaketleri
3- Kömür Yangınları
Dünyada belli başlı kömür üreticisi ülkelerde cereyan etmekte olan yeraltı kömür yangınları gezegenimizin ve üzerinde yaşayanların sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu durumdan çok az kimsenin farkında olduğu ve büyük bir tehdit olarak algılandığı bildirilmektedir. Yeraltı kömür yangınları, başta Çin, Endonezya, Hindistan ve ABD olmak üzere bir çok ülkede sürmekte. Uzmanlar, yalnızca Çin’deki yeraltı yangınlarının yılda 200 milyon ton kömür tükettiğini vurguluyorlar. Yangınlar, oksijen ve güneş ışınının uygun koşullarda bir araya gelmesiyle kendiliğinden çıkabildiği gibi çoğu kez insanlarca da başlatılabiliyor.
Terkedilmiş madenlerde yığılı kömür atıkları, ya da henüz kazılmamış, yüzeye yakın kömür damarları, tarla açmak için orman damarları bir kez tutuştu mu, kömür yangınları onyıllar, hatta yüzyıllar boyu sürebiliyor. Veya, atmosfere yoğun ya da çalı yakılması gibi insan faaliyetleri sonucu ateşlenerek tutuşturuluyor. Bu büyük kömür miktarda sera gazı ve is parçacıkları salımına yol açıyor. Bu salımların değeri henüz belirlenmemiş olsa da, global ya da yerel iklim değişimi, hava kirliliği ve insan sağlığı üzerinde büyük etkileri olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Atmosfere bırakılan zehirli gazlar insanların sağlıkları üzerindeki etkisi genellikle solunum yolu hastalıkları olarak ortaya çıkıyor. Ancak, etkiler yalnızca atmosfer yoluyla oluşmuyor. Yangınlarla ortaya çıkan arsenik, civa ve selenyum gibi toksik elementler toprak yüzeyine düşerek yağan yağmurlarla yeraltı sularına, akarsu ve toprağa sızarak bu su kaynaklarının kirlenmelerine neden olmaktadır. Diğer yandan bu yangınlar o bölgelerde toprak üstünde yaşayan diğer canlılara da olumsuz zararlar vermektedir.
4- Türkmenistan Doğalgaz Yangını
Türkmenistan çöllerinin ortasındaki 100 metre çapındaki bu çukur tam 38 yıldır alevler içinde. Alevlerin kaynağı ise bir sondaj kulesi. 1971’de Sovyetler Birliği’ne ait bir sondaj kulesi yanlışlıkla, bu çölün altında bulunan doğalgaz kaynağını deldi. O esnada toprak çökünce, tüm sondaj kulesi bu deliğe, yani doğalgaz kaynağına düştü. Oluşan patlamaların etkisi ile çukurdan zehirli gazlar da yayılmaya başladı. Ölümcül bir felaketin önüne geçmek için Sovyetler tüm çukuru ateşe verdi.
5- Endonezyada Çamur Patlaması
Mayıs 2006’da Endonezya’nın Java adasında yine gaz kaynakları üzerindeki bir sondaj çalışmasında çamur patlaması yaşandı. Volkan patlamasını andıran kazada 13 kişi öldü. O günden beri sidoarjo bölgesinde topraktan sıcak kükürtlü çamur fışkırıyor. Oluşan gaz dumanı ise şimdilik 25 Km2’den büyük bir alanı kaplıyor ve her gün 50 bin metreküp (bir olimpik yüzme havuzunun hacmine denk) daha artıyor. Bilim adamlarına göre bu çamur volkanı 30 yıl daha patlamaya devam edecek.
Kaynak:Çevre Felaketleri Raporlar
ENERJİ KULLANIMI, KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ, ETKİLERİ VE ÇÖZÜMLER (5)
Türkiye’de sadece seller değil, aynı zamanda aşırı sıcaklık ve orman yangınları da artık daha sık görülüyor. 2017 yılında Yalova’nın yüzölçümünün 1.3 katı kadar orman alanı yangılarda zarar gördü. 2411 orman yangınında 1120 kilometrekare alan yandı. 2018 yılında da yangınlar artarak devam etti. İzmir’de, Tunceli’de, Kastamonu’da, Bursa’da, Antalya’da, Çanakkale’de, Sivas’ta, Hatay’da, Denizli’de ve daha bir çok kentte orman yangınları binlerce ağacın kül olmasına neden oldu.
Türkiye’nin içinde bulunduğu Akdeniz Havzası son 900 yılın en ağır kuraklığını yaşıyor. Havzanın son 900 yıldaki iklim trendlerini inceleyen NASA çalışmalarına göre, Türkiye, Kıbrıs, İsrail, Ürdün, Filistin ve Suriye bölgesinde 1998 yılında başlayan kuraklık bölgenin yağış bakımından son 900 yılda en kısır dönemi geçirdiğini ortaya koyuyor. Eşine yüzyıllardır rastlanmamış bir kuraklığı yaşayan bölgedeki binlerce insan şimdiden kıtlık, açlık, gıda krizi ve yeni göç dalgaları tehdidi ile karşı karşıya. Yanıbaşımızda yaşanan ve derinleşebilecek bu iklim etkileri ülkemizde de ekonomik ve sosyal sorunlara yol açıyor.
1,5 derecelik sıcaklık artışı tatlı su kaynakları üzerindeki baskıyı ve Türkiye gibi hassas coğrafyalarda su kıtlığı riskini arttıracaktır. İklim değişikliği yalnızca insanları değil, dünyadaki bitki ve hayvan türlerinin önemli bir kısmını da etkilemektedir. Sıcaklık artışını 1,5 derece eşiğinde sınırlandırmak, canlılar üzerindeki riskleri yarı yarıya azaltabilir. Buna rağmen, 1,5 derecelik sıcaklık artışına göre, 10 mercan kayalığının 9’u 2050 yılından itibaren ciddi bozulma altında olacaktır. Karasal ve deniz yaşamı olumsuz etkilenecektir. Türler üzerindeki baskı artacaktır. Ekolojik hasarlar ile birlikte tarımsal üretim düşecek, gıdaya erişim zorlaşacaktır.
Emisyon artışları bugünkü gibi devam ederse, ortalama küresel sıcaklık bu yüzyılın ikinci yarısında sanayi dönemi öncesi seviyenin 3 derece üzerine çıkacaktır. Hükümetler, Paris İklim Anlaşması çerçevesindeki emisyon azaltım taahhütlerini yerine getirir, ancak, bunun ötesine geçmezlerse sıcaklıkların artış hızında bir nebze azalma görülebilir. Yine de, 2100 yılı dolaylarında sanayi dönemi öncesine göre sıcaklık artışı 3 dereceyi aşacaktır.
1,5 derecelik bir küresel ısınmada, Arktik Okyanusu’nun ( Kuzey Buz Denizi) yaz aylarında buzsuz olma ihtimali yüzyılda birken, 2 derecelik bir küresel ısınmada bu durum 10 yılda en az bir kez gerçekleşecek. Mercan resifleri 1,5 derecelik bir küresel ısınmada %70 – 90 oranında azalacakken, 2 derecelik bir küresel ısınmada ise resiflerin hemen hemen tamamı ( %99) yok olacaktır.
1,5 derecelik küresel ısınma, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin ( İPCC) 6.Değerlendirme Dönemi tarafından hazırlanacak özel raporlar serisinin ilkini oluşturuyor. İPCC gelecek yıl, Değişen İklimde Denizler ve Kriyosfer Özel Raporu ve iklim değişikliğinin arazi kullanımı üzerindeki etkilerini inceleyen İklim Değişikliği Toprak Özel Raporunu yayınlayacaktır.
Yenilenebilir Enerjiye Dönmek ve Yaşam Tarzımızı Değiştirmek Zorundayız
Tüm dünyada fosil kaynaklara dayalı enerji politikaları ve enerji kullanımı küresel ısınma ve küresel iklim değişikliğinin en belirleyici nedeni olarak bilinmektedir. Bu nedenle, küresel ısınma ve küresel iklim değişikliğine karşı, tüm ülkelerin üzerlerine düşen görev ve sorumluluklarını en ciddi ve kararlı bir şekilde yerine getirmeleri zorunluluğu bulunmaktadır. Bu bakımdan, tüm ülkelerin yenilenebilir enerji politikalarına ve uygulamalarına ivedilikle ağırlık verme ve dönme konusunda uluslararası işbirliğinin ve güç birliğinin oluşturulması zorunluluğu vardır.
Yenilenebilir enerji politikaları ve uygulamaları (güneşe, rüzgara ve jeotermal enerjiye dayalı) ile birlikte yaşam tarzımızı da değiştirmek zorundayız. Tarımın konvansiyonel olarak değil, ekolojik olarak yapılması gerekmektedir. Beslenmemizi ekolojik tarımsal ürünlerle ve ekolojik hayvancılık ürünleri ile gerçekleştirmeliyiz. Ulaşım gereksinmemizi yenilenebilir enerjiye dayalı olarak toplu taşım araçları ve demiryolu ile karşılamalıyız. Konutlarımızın ve konutlarımızda kullandığımız cihazların enerji gereksinmesini yenilenebilir enerji üretimi ile karşılamalıyız. Tüketiciler bu konuda kararlı, istekli, bilinçli, örgütlü olarak güçlü bir baskı unsuru oluşturmak zorundadır.
Kaynak:THD Genel Merkez yayınları

Sorunsuz ve sağlıklı bir yaşam dilerim.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol