EKMEK

Çok acıkmıştı.
Fırına gitti, eldeğmedik, taze bir ekmek aldı.
Eve gelip sofrayı kurdu ve…
Bir güzel yemeğe başladı..
Ekmek bitmeden sofradan düştü.
Karnı doymamıştı.
Ekmeksiz kaldı.
Ekmeksiz ve naçar.

Uzun zaman ekmeksiz bekledi.
Uzun zaman durdu öylesine, doymamış ve her gün daha fazla acıkarak sürdü ömrü.
Yıllar geçti peşpeşe.
Kendisi de açtı, kedisi köpeği de.
Açlık ta pek çekilir gibi değildi hani.

Yıllar sonra…
Bir köşe başında, gazete üstünde, yarımlanmış bir ekmek buldu.
Baktı, elledi, kokladı…
Kahrı çekilirdi.
Aldı, bir kenara çekildi…
Ucundan kıyısından yemeye başladı.
Uzunca zaman sürdü, yarımlanmış ekmeği yiyişi.
Derken…
Bunu da düşürdü elinden.
Öyle bir düşürdü ki…
Orada mı, burada mı diye aranırken…
Baktı ki…
Birileri, ekmeği eline almış, hem yürüyor, hem ısırıyor sağından solundan.
Baka kaldı.
Bir "eyvahhh!" çekti derinden.
"Bunu da mı kaptırdık?" diye endişelendi.
Çaresizce bir kenara çekildi.

İşin kötüsü…
Bu yarımlanmış ekmeğin, yalnızca o kişinin elinde olmakla kalmayıp…
Birkaç kişinin elinde gezdiğini gördü.
Yarım yurum ekmek, elden ele geziyordu.

Canı sıkıldı.
Umudu tükendi.
"Vah!" çekti.
"Vah ki vah!"

Düşündü:
Bundan sonra birileri bu ekmeği getirip kapısının önüne ve hattâ masasının üstüne bile bıraksa…
Neye yarar?
Bir sürü elde gezmiş ekmek, her elden ayrı ayrı, çeşit çeşit kirler kapmıştır.
Çok kirlenmiştir bu ekmek.
Yenmez artık.
Bu ekmek bundan sonra ancak kedi köpek beslemeye, kediye köpeğe vermeğe yarar.

Ya kendi karnının açlığı?
Onun bir tek yolu var:
Fırına gidip yeni ekmek almak.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol