DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMLER ÜZERİNE

Takip edenlerin anımsayacağı üzere, önceki yazımda da sözünü ettiğim ‘Değişim ve Dönüşümler’ üzerine düşüncelerim olduğunu; ve bunun da ‘inanç’ dünyası ile ilişkili bulunduğunu ve de, bayramdan sonraki yazılarımda sizlerle paylaşacağımı söylemiştim.
Anımsayacağınız gibi, değişmeyen tek şeyin, ‘değişimin’ kendisi olduğu gerçeğinden yola çıkarak; ‘inanç’ dünyasında, günün koşullarına uygun değişim ve dönüşümler gerçekleşmiş olsaydı, bugün ‘başka bir dünya’da yaşıyor olurduk, diyerek topu bu güne atmıştım.
Konunun uzmanı değilim ama, sağlam bir ekolojik değerler ve yaşam hakkı savunucusuyum. ‘Yaşam hakkı’ demişken, işin ‘inanç’ kısmını ayrı tutarsak, henüz kutlanan ve düz mantıkla can almak/vermek işlevi ile ilişkili olan ‘kurban’ın bayramı olur mu? Denebilir. Bu tür soruların/yanıtların ve yankılarının sıkıntılı olması bile, toplumların huzuru, mutluluğu ve hoşgörüsü ile ilgili bir turnusoldur.
Toplumlarda inanç dünyası ne kadar hoşgörülü, ne kadar sağduyulu, ne kadar çağdaş ise; o toplumlarda o derece huzur, adalet, mutluluk ve hoşgörü mevcuttur. Bu, tersten okunduğunda da durum değişmez. Yani; adaletli, mutlu, hoşgörülü toplumlarda, dini inanç kurallarını daha insani, daha gelişmiş, günün koşulları paralelinde değişim göstererek daha çağdaş bir din görürüz.
Hakim güçlerin elinde ne kadar bağnaz olsa da, dini yok saymak mümkün değildir. Zira, tarih boyunca hem bireyleri hem de toplumları etkilemiştir. Bu anlamda dinin birey ve toplum hayatını etkileme süreci insanlık tarihi kadar eskilere uzanır. İlkel topluluklarda bile bir takım toplumsal gruplar içinde yaşama eğiliminde olan bireylerin hayatında dini değerler büyük bir öneme sahip olmuştur. Dini alanda meydana gelen değişmeler, toplumsal yapıda köklü değişmelere yol açabileceği gibi, toplumsal yapının diğer alanlarındaki farklılaşmalar da din kurumuna etki ederek zamanla yapısal ve kurumsal değişiklikler ortaya çıkarabilir.
Konuyu sosyolojik bir terminoloji ile ifade etmek gerekirse, din ile sosyal değişme arasında üç yönlü bir ilişkiden söz etmek mümkündür. Buna göre bir yandan din, sosyal değişmeyi engelleyici ya da yavaşlatıcı bir faktör olarak rol oynamakta, diğer yandan sosyal değişmenin taşıyıcı/takviye edici gücü olabilmektedir. Ayrıca, sosyal değişmenin din üzerindeki çeşitli etkilerinden söz etmek mümkündür.
İnsanın kutsalla irtibatını sağlayan her din, tabiatı gereği muhafazakar unsurları içinde barındırmakta ve özüne uygun anlaşılmadığı ya da yanlış anlaşıldığı durumlarda sosyal değişmeyi yavaşlatan, hatta engelleyen faktörlerden biri olabilmekte. Bir başka ifadeyle; bir takım kutsal metin, sembol ve geleneğe bağlılık, özellikle kurumsallaşmış bir dini, mevcut düzeni koruyan bir yapıya dönüştürebilmekte ve bu durumda din, genellikle, yeni değerlerin yaratıcısı olmaktan çok eski değerlerin koruyucusu şeklinde algılanmaktadır.
Hep böyle gelip, böyle gittiği için ve değişim isteyenlerin ağır bedeller ödediği içindir ki; toplumsal kıyımların büyük bir kısmında, inanç ve namus meselesi baş rol oynamıştır. Kimsenin inancı ve namusu incinsin, aşağılansın hatta, hakaret görsün istenmez. Ancak; hukuki cezaların dışında ‘kısasa kısas’ ya da, misliyle bedel ödetilemez.
Eğer, insanlık tarihi boyunca her dini inanç için bu böyle olmasaydı; her defasında yüzlerce, binlerce, milyonlarca cana bedel olan savaşlar çıkar mıydı… kız çocukları diri diri toprağa gömülür müydü… Engizisyon mahkemeleri kurulur muydu… toplumların en naif kesimi olan çocuklar ve kadınlar bu denli tacize uğrarlar mıydı…
Kim bilir belki, bugüne kadar inanç dünyasında olması gereken değişim ve dönüşümler gerçekleşmiş olsaydı; benim gibi, tüm canlıların yaşam hakkına saygılı insanlar çıkar ve derlerdi ki, ey insanlar kendi sevaplarımız için başka canlıların yaşamlarını sonlandırmak yerine, kutsal günlerimizde ağaç dikerek hem dünyamızı güçlü ve güzel hale getirelim, hem de dünya paydaşlarımız olan diğer tüm canlıları mutlu edelim. Fena mı olurdu? Korkmayın söyleyin. Sağlıklı beslenmeniz için alternatif çok, merak etmeyin.
İnsan ve çevre sağlığına etkileri ile ilgili tebliğin sunum ve yorumuna devam ediyorum…
4.GIDALARA BULAŞAN DİĞER KİMYASAL MADDELER (Devam)
Poliklorlanmış bifeniller (PCBs)
Poliklorlanmış bifeniller gıdalara çeşitli yollardan bulaşabilmektedir. Suda çözünürlükleri oldukça düşüktür. PCBs bileşikleri stabil olup, kolaylıkla bozunmazlar. Özel koşullar altında dibenzodioksin ve dibenzofuranlara okside olabilirler. PCBs’nin kullanımının yasaklanması ile hayvansal gıdalarda PCBs miktarı son yıllarda azalmıştır. PCBs, teratojenik ve nörotoksik etkiler yanında oksidazlar, redüktazlar ve konjugazlar gibi metabolik enzimler üzerine etki ederek zararlı hale gelmelerine neden olurlar. İnsanlardaki en önemli etkileri; kafa ve göğüs derisinde inatçı aknelerdir. PCB bileşikleri kanser oluşumunu başlatmaktan çok ilerlemesine neden olur. PCB bileşikleri karaciğer, deri ve akciğerlerde tümör artışına neden oldukları belirtilmiştir [1].
Dioksinler
Dioksinler gıdalara bulaşan en toksik klorlu organik bileşiklerdir. Dioksinler biyolojik olarak çok zor parçalanırlar, bu nedenle toprakta 20 yıl ve insan organizmasında 10-12 yıl parçalanmadan kalabilirler. Havaya, toprağa ve sulara karışan dioksinler hayvanlara beslenme yoluyla geçerek hayvanların vücudunda birikirler ve hayvansal kaynaklı gıdalarla insanlara taşınırlar. Dioksinler gerek kimyasal yapılarının sabit olması ve gerekse doğal yapılarının lipofilik olması nedeniyle çevre ve insanlar açısından her zaman potansiyel tehlike oluştururlar.
Dioksinlerin çevre ve gıdalara bazı bulaşma yolları şunlardır:
Yanma esnasında oluşan dioksinler: Özellikle evsel katı atıkların, kömür, odun ve petrol ürünlerinin, sentetik yağlı boyalarla kaplanmış maddelerin, transformatör yağların ve klorla beyazlatılan ürünlerin yakılmasıyla; demir-çelik sanayinde cevherin işlenmesi ve eritilmesi sırasında ve yangınlar neticesinde dioksinler oluşur. Yüksek sıcaklık ortamında klorlu bileşikler havadaki oksijenin etkisi ile dioksin tipi yüksek sıcaklığa dayanıklı kimyasal maddelere dönüşürler. Odunda doğal olarak bulunan eser miktardaki klorun dioksin oluşumu için yeterli olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle ilgili bütün sanayi kollarının ürünleri ve atıkları dioksin bakımından incelenmeli, bilhassa klorlu ürünlerin imalinde bu araştırmalar daha ciddi yapılmalıdır. Yanmayla oluşan dioksinler havaya ve toprağa karışmakta, havayı soluyan ve topraklarda oluşan otları yiyen hayvanlara dioksin bulaşabilmektedir. Kocaeli'ndeki atık yakma tesisi ve sanayinin yoğun olduğu çevrelerde üretilen yumurta ve sütlerde sınırların üzerinde dioksin tespit edilmiştir [1].
Endüstriyel işlemler sırasında oluşan dioksinler: Klorla beyazlatma işlemleri (örneğin kâğıt sanayinde), tarım ilaçları, mikrobisit ve herbisit üretiminde klorofenollerin oluşması ve kullanımları esnasında, metalürji ve orman ürünleri üretim fabrikalarının çalışmasında dioksinler oluşabilmektedir. Klorlu organik maddelerin üretildiği bölgelerde, çöp yakma tesislerinin atıkları, otomobillerin eksoz gazları,selüloz-kağıt üretim tesislerinin atıkları gibi endüstriyel alanlarda ve bunların neden olduğu çevresel kirliliklerde dioksinler bulunmuştur. Tuvalet kâğıtları, kâğıt mendiller, süt veya meyve suyu kartonları, tek kullanımlık çocuk bezleri, peçetelerin hammaddeleri / üretimlerinde klorla ağartma işlemi uygulanmaktadır. Bu nedenle bebekler, yetişkinlere göre, 200 kat daha fazla dioksinlere karşılaşma riskini taşır,[1].
Hayvansal gıdalarda ve sularda dioksinler: Dioksin ile kirlenmiş olan sularda yaşayan balıklara, çayırlarda beslenen hayvanların etine ve sütüne dioksin geçebilmektedir. Dioksin grubu kimyasallar suda iyi çözünmeyip kalıcı oldukları için, toprakta ve organik maddelerde birikirler. Daha sonra taşınarak diğer su kaynaklarına bulaşırlar. Bu nedenlerle içme sularında dioksin tespit edilmiştir. Tereyağında DSÖ’nün belirttiği sınırın (4 pg/kg) üzerinde dioksin bulunduğu belirlenmiştir. Dioksinlerle en fazla kirlenen gıdalar deniz ürünleri, yüksek oranda yağ içeren et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri ve sulardır. Bu nedenlerle gıda yoluyla insanlara kolaylıkla geçerler. Hayvansal gıdalar, özellikle yağ oranı yüksek olanlar, dioksin bulaşması açısından önemlidir. Dioksin, etlerinden yararlanılan hayvanlara genellikle ya katı atıkların yakıldığı fırınların etrafında otlatılmalarından ya da PVC ile işlem görmüş tahtalardan yapılmış alanlarda beslenmelerinden bulaşır[1].
Polivinil klorür (PVC) kaynaklı dioksinler: Endüstriyel yolla oluşan dioksinlerin en önemli kaynağı PVC’dir. Dioksinler en fazla PVC'nin ve PVC ihtiva eden ürünlerin geri dönüşümünde, atık yakma tesislerinde yakıldığında veya kazayla yandığında ortaya çıkar. PVC endüstrisinin bazı atıkları yüksek miktarlarda dioksin içerir. 1997 yılında Petkim ve Aliağa’dan alınmış örneklerde yüksek miktarda dioksine rastlanmıştır. PVC ürünleri yapay deri (çanta, ayakkabı, cüzdan gibi), kanalizasyon borusu, su boruları ve hortumları, yer karoları, yol plakaları, marley, pencere sistemleri gibi malzemelerin yapımında kullanılmaktadır. PVC üretiminde kullanılan DOB (2,5-dimethoxy-4-bromamfetamin) ve benzeri plastifiyanlar kanserojenik ve suni uyuşturucu kimyasallardır. Bunların çevreye yayılmasıyla da insanlar etkilenebilmektedir, çünkü PVC malzemelerinin belirli bir kullanım ömrü vardır[1].
Çevre kirliliği: Çevre kirliliği açısından kurşunlu benzin kullanımı önemli bir sorundur. Yapılan araştırmalarda kurşunlu yakıt kullanan otomobillerin egzoz gazlarında dioksin tespit edilmiştir. Bu nedenle petrol ürünlerinden oluşan çevre kirliliği ile dioksinler gıdalara da bulaşabilmektedir[1].
Dioksinlerin insan sağlığı üzerine etkileri: Uluslararası Kanser Araştırması Ajansı ve DSÖ tarafından yapılan çalışmalar neticesinde, dioksinlerin insanlarda kansere neden oldukları belirlenmiştir[. Dioksinler kanser oluşturmaları yanında, sinir, bağışıklık ve üreme sistemlerine de zarar verebilmekte ve sakat bebek doğumlarına neden olabilmektedirler. Amerikan Çevre örgütü (EPA) dioksin ve dioksin türevi maddelerin insanların DNA yapısında değişim yapması sonucunda, bağışıklık sisteminin bozulduğunu, genotoksik tipte kanserlerin oluşumuna yol açabildiğini ve mikrobiyal hastalıklara insanların duyarlı hale gelebildiğini belirtmiştir. Dioksinlerin bağırsaklar üzerindeki yağ hücrelerinde ya da beyinde depolandığı, bunun sonucunda da karaciğerde, pankreasta ve kalpte rahatsızlıklar meydana geldiği belirlenmiştir. Dioksinin yol açtığı rahatsızlıklar, ishale bağlı olarak aşırı kilo kaybı, iştahsızlık, deride pigment ve döküntü, psikolojik anormallikler, nörolojik sorunlar, üreme bozuklukları, damak yarığı, yüksek tansiyon, kan lipit ve kolesterol düzeylerinin yükselmesi olarak belirtilebilir. Hormon bozucu olarak dioksinler üreme sistemlerine zarar verdikleri için: kadınlarda östrojen hormon salgılama sistemlerinin bozulmasına, düşüklere yol açtığı ve gebe kalmayı olumsuz etkiledikleri; erkeklerde sperm sayısını azaltmaları sonucunda kısırlığa yol açtıkları belirlenmiştir. Yine dioksinler yağ dokusunda biriktiğinden hiç doğum yapmamış kadınlarda meme kanseri görülme sıklığının daha fazla olduğu ve emzirmeyle birlikte kadınların farkında olmadan göğüslerinde biriken dioksini bebeklerine aktarabildikleri bildirilmiştir. Embriyonal gelişim sırasında fetusun dioksinlele karşılaşması sonucunda; hücresel fonksiyonlarda kusurların ya da değişimlerin ortaya çıkması sonucunda doğmamış bebeklerde kusurlu böbrek oluşumu gibi doğuştan bozukluklar ve sakatlıklar görülebilmektedir. DSÖ’ye göre, dioksinin insan vücudunda bulunabilecek en yüksek miktarı 1-2 pg/kg vücut ağırlığı/gün’dür [1]..

Sorunsuz ve sağlıklı bir yaşam dilerim.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol