"Bu dünyada sıkıntı çekmemek mümkün mü?"

Bu dünya rahatlık ve saadet yeri değildir... Dünya eğer rahatlık yeri olsaydı, en fazla Peygamberler buna kavuşurdu. Halbuki en çok sıkıntıyı, üzüntüyü onlar çekmişlerdir.
Âdem aleyhisselâm asırlarca gözyaşı döktü. Nuh aleyhisselâm ile alay edildi, hakaretlere maruz kaldı. Gemi yapımında ne büyük sıkıntılar çekti.
İbrahim aleyhisselâmı ateşe attılar, yakmak istediler. Kendi öz ve biricik evladını kurban etmekle emrolundu. Oldukça ağır bir imtihandı bu. Denilseydi ki, çocuğunu birine kestir veya dağdan yuvarla parçalansın, yine daha kolay olurdu. Fakat emir kendi elinle kurban edeceksin.
Yakub aleyhisselâm Yusuf'una o kadar çok ağladı ki, mübarek gözleri kapandı. Yusuf aleyhisselâmın da imtihanı ağırdı; kuyuya atılması, köle olarak satılması, çirkin teklifle karşılaşması ve daha sonrasında da zindana girmesi...
Musa aleyhisselamın Firavun'dan çektikleri, memleketinden kaçışı, gurbet ellere gidişi, oralarda on sene çobanlık yapması gibi...
Eyyüp aleyhisselâmın hastalığı, bundan dolayı O'na iman edenlerin mürted olması ve O'nu terk etmesi, evlatlarının vefatı, bütün servetinin yok olması yanında senelerce yatağın esiri olması...
İsa aleyhisselâmın barınacak bir yuvasının olmaması ve fakirlikle hayat geçirmesi. Yahudilerden, putperestlerden gördüğü ezâ ve cefalar...
Zekeriyya aleyhisselâm ile Yahya aleyhisselâmın şehit edilmeleri...
Bizim Peygamberimiz aleyhisselâmın çektiği sıkıntılar diğerlerinden daha fazla idi. Tâif seferinde gördüğü hakaret, çocuklara taşlatıldıkları, mübarek ayakkabılarının kanla dolması ve onlara beddua etmemeleri.
Uhud muharebesinde çok sevdiği amcaları Hazreti Hamza ve diğer eshabının şehit olmaları gibi dayanılması çok zor sıkıntılar...
Demek ki, içinde yaşadığımız şu dünya keyif sürmek, rahat etmek yeri değildir. Nimetlerinde bile sade lezzet yoktur. Hem dişim olsun hem de ağrımasın dersek olmaz.
Dünyada rahatlık beklemek seraptan su beklemeye benzer. Hayal kırıklığından başka insana bir şey vermez.
Bir adam arkadaşına dua eder ve der ki; "Allah sana dünyada hiç sıkıntı vermesin." O da "sen benim ölümümü istiyorsun galiba" der: "Dünyada yaşayıp da sıkıntı çekmemek hiç mümkün müdür?"
Nasıl rahatlığa kavuşulur. Değişen, istikrarsız bir hayat yaşamaktayız. Hiç kimse kendinden emin değildir. Herkes hâlinden şikayetçi, kavuştuğu nimetleri az görür, gözü başka nimetlerde. Gözünü toprak doyurur ancak.
Bütün insanlarda korku vardır. Ölüm korkusu hastalık korkusu, fakirlik korkusu, sevdiklerinden ayrılma korkusu. Korku!.. Korku!.. Korkularla geçen bir hayatın ne tadı olur ki?
SUAL: Peygamber efendimize uymanın, tâbi olmanın da belli dereceleri var mıdır, yoksa her Müslümanın tâbi olması aynı mıdır?
CEVAP: Peygamber efendimize uymak, tâbi olmak, her Müslümanda aynı değildir. Ehl-i sünnet âlimleri, Resulullah efendimize tâbi olmanın yedi derecesini şöyle bildirmişlerdir:
Birincisi, İslamiyet'in bildirdiklerine inanarak, bunları öğrenmek ve yapmaktır. Bütün Müslümanların, âlimlerin, zahidlerin ve âbidlerin tâbi olması bu derecededir. Bunların nefisleri iman etmemiştir. Allahü teâlâ merhamet ederek yalnız kalbin imanını kabul etmektedir.
İkincisi, emirleri yapmakla beraber Resulullah efendimizin bütün sözlerini, âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir.
Üçüncüsü, Resulullah efendimizde bulunan hâllere ve kalbine doğan şeylere de tâbi olmaktır. Bu derece, tasavvufun Vilayet-i hassa dediği makamda ele geçer. Burada, nefis de iman ve itaat eder. Bütün ibadetler hakiki ve kusursuz olur.
Dördüncüsü, ibadetler gibi bütün hayırlı işler hakiki ve kusursuz olmaktır. Bu derece, Ulema-i rasihin denilen büyüklere mahsustur. Bütün Peygamberlerin Eshabı böyle idi. Hepsinin nefisleri iman etmiştir. Böyle tâbi olmak, ya tasavvuf yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak bidatlerden kaçanlara nasip olur.
Beşincisi, Resulullah efendimize mahsus kemâlâta, yüksekliklere tâbi olmaktır. Bu kemâlât, ilim ve ibadetle ele geçemez. Ancak Allahü teâlâdan lütuf ve ihsan ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler ve bu ümmetin pek az büyükleridir.
Altıncısı, Resulullah efendimizin mahbubiyet ve maşukıyet kemâlâtına tâbi olmaktır ki, Allahü teâlânın çok sevdiklerine mahsustur ve lütuf ile ele geçmez, muhabbet lazımdır.
Yedinci derece, insan vücudunun her zerresinin tâbi olmasıdır. Tâbi olan, tâbi olunana o kadar benzer ki, tâbi olmak aradan kalkar. Bunlar da sanki Resulullah efendimiz gibi aynı kaynaktan her şeyi alır.
SAADETE KAVUŞMANIN KISA YOLU
SUAL: Saadete kavuşmak için özetle ne yapmak gerekir?
CEVAP: Saadete kavuşmak için, üç şey lazımdır:
1- Müslüman olmak lazımdır. Bir kere (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah) diyen Müslüman olur.
2- Müslüman olduğunu tanıdıklara bildirmek için, (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh) denir.
3- Kalbi temizlemek ve dünyada ve âhirette saadete kavuşmak ve dertlerden, belalardan, hastalıktan, düşman şerrinden, büyü ve cin çarpmasından kurtulmak, nimetlere kavuşmak için, her Müslümanın her gün kalb ile tövbe etmesi ve bu tövbeyi söylemesi lazımdır. Bunu söylemeğe istiğfar denir. Çok istiğfar okumalıdır. İstiğfar, (Estagfirullah min külli mâ kerihallah) veya kısaca (Estagfirullah) demekdir.
İslamiyet'e uyanın duaları muhakkak kabul olur. İstiğfarı ve istiğfar duasını bütün gece okuyup, uykusuz kalmamalıdır. İstiğfarı ve bütün duaları, manasını düşünmeden, temiz kalble söylemezse yalnız ağız ile söylerse, hiç faydası olmaz. İstiğfarı ağız ile üç kerre söyleyince, temiz kalble de söylemeye başlar. Günah işlemekle kararmış olan kalbin söylemesi için ağız ile çok söylemek lazımdır. Haram lokma yiyenin ve namaz kılmayanın kalbi simsiyah olur. Böyle kalblerin söylemeğe başlaması için, istiğfar duasını üç kere okumak ve sonra 67 kere istiğfar söylemek yani (Estagfirullah) demek lazımdır. Allahü teâlâ, (Tövbe ve istiğfar edeni severim ve günahını affederim) buyuruyor.
Tövbe, günahı işlediğine pişman olmak, günah işlemekten hemen vaz geçmek, bir daha yapmamaya karar vermek ve afv etmesi için Allahü teâlâya yalvarmaktır. Bu dört şeyden biri noksan olan tövbe kabul olmaz ve günahı affedilmez. Tövbeden sonra günahı tekrar yaparsa, tövbesi bozulmaz, yeniden günaha girer. Bunun için, ayrıca tövbe etmesi lazım olur. Hakiki tövbesi yapılan günah, muhakkak affolur. Tövbe yapılmayan günah için, Allahü teâlâ dilerse affeder, dilerse azap eder. (Hak Sözün Vesikaları s.125-126)
İstiğfar duası, (Estagfirullahel'azîm, ellezî lâ ilâhe illâ huv elhayyel kayyûme ve etûbü ileyh)dir. İstiğfar, (Estagfirullah)dır. Mânâsı, (Beni affet Allahım)dır. Urvet-ül vüska Masum-ı Müceddidî, beş vakit namazdan sonra, farzı veya varsa son sünneti kılınca, (Allahümme entesselâm…) okuduktan sonra üç kere istiğfar duası, duadan sonra 67 kere istiğfar okurdu ve yüz kırk bin talebesine okumasını emrederdi.(Seadet-i Ebediyye s.969, İslam Ahlakı s.251)

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol