BİR MÜCTEHİDE TABİ OLMAK LAZIMDIR

Eshâb-ı kirâm (aleyhimü’r-rıdvân) gibi bu ümmetin en büyükleri olan zâtlar, “Biz, Resûlullaha değil, yalnız Allah’a tâbiyiz” demediler ve demeleri de mümkün değildir. Sıradan bir Müslüman da, “Müctehide tâbi olmam, ben yalnız Resûlullaha tâbi olurum” diyemez. Müctehid, Allahü teâlânın ve Resûlünün emirlerini bildiriyor. Müctehide uymak, Allah ve Resûlüne uymak demektir. Bugün ise, bazı kimseler, müctehide değil, Resûlullaha bile tâbi olmayı uygun görmüyorlar; “yalnız Kur’âna tâbiyiz” diyorlar. Durumu bir misâlle anlatmaya çalışalım: Nasıl ki bir öğretmen müdüre, müdür de Milli Eğitim Bakanına, Milli Eğitim Bakanı da Başbakana bağlı ise; insanlar bir müctehide, müctehidler mutlak müctehide, mutlak müctehidler de Resûlullah Efendimize bağlıdırlar... Öğretmenler nasıl müdüre bağlı ise, tamâmı müctehid olan Eshâb-ı kirâm da, Resûlullah Efendimize bağlı idiler. Tâbiîn zamanında ise müctehidler ve halk var idi. Halk müctehidlere tâbi oluyordu. Halkın mezhebi, tâbi olduğu müctehidin mezhebi idi; o dönemde mezhepsiz kimse yok idi. Müctehid âlimler birer öğretmen gibidirler; mutlak müctehidler ise, okul müdürleri gibidirler. İnsanlar da öğrenci gibidirler. Öğretmene, bu hangi okulun müdürü denmeyeceği gibi, öğrenciye de hangi okulun öğretmeni denmez. Öğrenciler öğretmene tâbi olduğu gibi, insanlar da müctehide tâbi olurlar. Bin küsûr yıldan beri herkes bir mezhebe bağlı iken, maalesef şimdi bazı câhiller, herkesi başıboş, mezhepsiz yapmaya çalışıyorlar. Dînî delîllerden anlamayanlara iki aklî örnek verelim: Bütün subayların bir sınıfı olur. Topçu yüzbaşı, piyade albay gibi. Ama general olunca artık sınıf kalmaz. Topçu general olmaz. Artık o bütün sınıfların generalidir. Generaller de, sınıfsız ama, onlar da ya havacı, ya karacı veya denizcidir. Bunlardan birinde olmayan general olmaz. Bunlar da, ordu komutanlıklarına, ordu komutanları da hava, deniz veya kara kuvvetlerine bağlıdırlar. Kuvvet komutanları ise genelkurmaya bağlıdırlar. Dikkat edilirse, gerek eğitim sisteminde ve gerekse orduda, bağımsız bir kurum yoktur. Herkesin bağlı olduğu, sorumlu olduğu bir yer vardır. İşte insanlar da, birer er gibidirler. Bağlı oldukları bölükler, taburlar alaylar vardır. “Ben, genelkurmay başkanına bağlıyım, bölük komutanını falan takmam” diyemez. Müctehidler generaller gibidirler. Mutlak müctehidler ise, kuvvet komutanları gibidirler. Resûlullah Efendimiz de genelkurmay başkanı gibidir. “Genelkurmay başkanı, hangi bölüğün eri veya hangi kuvvet komutanlığına bağlı?” denilemeyeceği gibi, “Eshâb-ı kirâmın veya Resûlullahın mezhebi ne idi?” denemez. EVLİYA ZATLARA SEVGİ, EN BÜYÜK SERMAYEMİZDİR Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Bütün dünyada savaşlar, huzursuzluk, kavga, isyan, küfür var. Elhamdülillah biz çok rahatız, muhafaza altındayız. Bir isyan, bir hata, bir kalb kırmakla bu nimetten mahrum kalınabilir. Hep dua etmeliyiz ki, Allahü teâlâ bizi bundan mahrum etmesin. Bir kalb kırmak, Kâbe-i muazzama'yı yetmiş sefer yıkmaktan daha büyük günahtır. Gıybet de kanser gibidir. Gıybet, bir Müslümanın arkasından doğru olduğu hâlde üzüleceği bir şeyi söylemektir. Ya doğru değilse, bir de o iftira olacak, kat kat fazla günahı olur. Gıybet, iftira, suizan, dedikodu, her ne varsa, aileler, topluluklar, bunlardan dolayı sıkıntıya girerler, Allah korusun dağılır ve bozulurlar. Başka türlü sebeplerin hepsi telafi edilir, ama gıybet, dedikodu, iftiranın olduğu yerde ne huzur, ne de birlik kalır. (Kurtuluşun yolu, kurtulanlarla beraber olmaktır) buyuruluyor. Bu sevgi en büyük sermayemizdir. Buna zarar verecek bir şey duyunca mani olmalıyız. Bir kişinin gıybet ettiğini duyarsak, onu susturmalı, ona mâni olmalı. Mâni olana yüz şehit sevabı veriliyor. Mâni olamıyorsak, kalkıp oradan gitmeliyiz. Birini içki masasına çağırsalar, haram olduğu için gitmese nasıl sevab kazanırsa, gıybet edene mâni olmak da aynı, hattâ daha önemli, daha sevabdır. ALLAH RIZASI İÇİN ZİYARET Bir mümin, Allah rızası için bir mümini ziyaret etse, Cenab-ı Hak, bundan çok memnun olur ve o kişiden razı olur. Eğer Allahü teâlânın o rızası bir ampul gibi gökten yere inseydi, o kadar parlak bir nur olurdu ki Güneş kararırdı. Yani gündüz yıldızları görmediğimiz gibi, Güneş de görünmez olurdu. Böyle şeyler iman edilecek hususlardır. Çünkü dinimizin aslı görmek değil, inanmaktır. Bu göz her şeyi görmek için yeterli değildir. Başka göz var, o, büyüklere has bir gözdür. Onlar dünyadayken âhireti görürler, fark buradadır. Hele hele insanlar karşılarına geldikleri zaman, şişenin içindeki mürekkep göründüğü gibi, onlar ayrıca kalb mütehassısı oldukları için, insanın kalbinden ne geçiyor onu da görürler. Büyükler, bir anda her yeri kalb gözleriyle görebilirler, fakat bakmazlar. Zaten bakmak isteseler, düşkün olsalar, göremezler. Kalb gözleri kapanır. İŞLERİ EHLİNE VERMEK Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, işlerin ehli olana yani layık olduğu kimselere verilmesi emrediliyor. Görev yerlerinin emanet olduğu, bu emanetlere riayet edilmesi, uyulması emredilmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.) [Nisa 58] (Biz emaneti [dinin emir ve yasaklarını], göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.) [Ahzab 72] Müminler övülürken, (Emanetlerine [dinin emir ve yasaklarına] riayet ederler ve verdikleri sözleri yerine getirirler) buyuruluyor.(Müminun 8) Bir işi yaparken de aralarında istişare ettikleri, birbirine danışarak yaptıkları bildiriliyor. (Şura 38) Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:(İş ehli olmayana [layık olmayana] tevdi edildiği [verildiği] zaman, kıyameti bekle.) [Buhari] (Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin. "Ya Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?" denince, (Görev ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin) buyurdu. (Buhari) (Allah yolunda savaş, bütün günahların affına sebeptir. Fakat emanete hıyanetin affına sebep olmaz. Allah yolunda öldürülen kimse, kıyamette, emaneti ödemeyince Cehenneme atılır.)[Beyheki] (Emanete riayet edilmezse, zekat zorla verilirse, ilim, dine hizmet için değil de, para ve makam için öğrenilirse, kişi, hanımının meşru olmayan arzusunu yapmaya çalışırsa, ana babasına isyan ederse, fâsık ve ehil olmayanlar işbaşına getirilirse, kötülüğünden korkup zalime hürmet edilirse, gayrı meşru ilişkiler, çalgılı içkili yerler çoğalırsa, yeni nesil, önceki âlimleri kötülerse, o zaman çeşitli belaya maruz kalırlar.) [Bezzar] Bir işe diplomalı veya unvanlı kimse değil, o işi hakkı ile yapabilen kimseler getirilmelidir. Adam kayırmak, adama göre iş vermek uygun değildir. Her zaman işe göre adam seçmelidir. O eleman o işe layıksa o iş ona verilmeli, layık değilse, layık olanını aramalıdır. 30 yıl kadar önce gazetelerde okumuştum. Türkiye, Amerika’dan bir iş için general istiyor. Onlar da, o işi en iyi bilen bir albay gönderiyorlar. Bizimkiler, (Biz general istedik, siz albay gönderdiniz) diyorlar. Amerikan yetkilileri hayret ediyor, (Biz size o işi yapabilecek en iyi bir eleman gönderdik. Unvan sizce o kadar önemli mi?) diyorlar. Sonra, (Madem general istiyorsunuz, gönderdiğimiz albay, generalliğe terfi ettirilmiştir) diyerek terfisini gönderiyorlar. O albay, general olarak aynı görevi yapıyor. Osmanlıda sıradan bir kişi üstün hizmetleri görülürse, bu kişi paşa, hatta sadrazam bile oluyordu. Amerika da bu sistem hâlâ devam etmektedir. Kore savaşında bir Türk astsubayının üstün hizmetleri görülüyor, Amerikan generali, ona öyle bir rapor veriyor ki, (Bu raporla seni albay yaparlar) diyor. Bizim astsubay diyor ki, (Bizde öyle sistem yok. En büyük başarılarda bulunsak da, teğmen bile olamayız) diyor. Amerikan generali hayret ediyor.

Yorum Yazın

Yapılan Yorumlar

  1. İnsani ve dünyevi değerlerle kaynağı İLAHİ olanı (İSLAM DİNİNİ) kıyaslamak veya benzetme yapmak bence yerinde olmamıştır.kaldı kipeygamberlerin(asm)topluluklara Alah'ın(cc) ayetlerini apaçık tebliğ (açıklama) etmek üzere gönderildikleri Kur'an'nın değişik surelerinde ifade edilmiştir.Bazen peygamberlere(asm)bu görevlerini tam ve eksiksiz yapmak üzere ikazarlarda bulunulmuştur.Kur'an da evet peygamberlere itaat etmek ifade edilmiştirancak bu itaat Allah'ın apaçık farz kıldıklarıyla sınırlı bir itaat tir.Çok bilinen bir konu olduğu için Bedir kuyuları ve medine hurmalıklarıyla ilgili istişarelerde (danışma) sahabinin görüşlerinin peygamber efendimiz tarafından uygulanması önemli bir durumdur.Bunun dışında Kur'an da insanlara hiç bir başka insana tabi olması emredilmemektedir.Saygılarımla