BİR GECELİK MİSAFİR

Bir aksam İstanbul'dan iki arkadaşım bir geceliğine beni ziyarete gelmişlerdi.
Çoktan görüşememenin hasreti içinde bir gecenin neresini bölelim dedik ve Karacaoğlan'dan, Yunus Emre'den, Kısakürek, Edip Cansever'den Nazım Hikmet'e kadar uzattık edebiyat yolculuğumuzu.
Sabahın mahmurluğuna sunulan Türk kahvelerimizi içerken Atilla İlhan'a kilitlendik. İki arkadaşımın yanında bir de benim tanımadığım onların yakını vardı. Ki keşke olmasaydı. Atilla İlhan denince bizim BALKANLAR' da akan sular durur.
 Liseli olduğumuz zamanlarda bizler A. İlhan'la yatar kalkardık.
Gizli, gizli onun kitaplarını okur, şiirlerini ezberler, mektuplarımızı süslerdik onun şiirleriyle.
 "Felaketim olurdu ağlardım "ve "Dört otuzbes" trenlerini uğurladık, karşıladık yıllar sonrasında.
Neredeyse geceyi sabaha bağlıyorduk misafirlerimin arkadaşı gecenin büyüsünü bozuverdi.
"Şiir diye okuduklarınız şiire benzese bari ben böylesini ne okurum ne de dinlerim!" demez mi sırıta, sırıta yabancı misafir.
Sanki dilinden zehir akıyordu dünyayı zehirleyecek kadar.
Bölünmez gece bölündü, şiirler, sairler, dudaklarımızda donarak kaldı.
Onlar gitti ben hala düşünüyorum.
Edebiyattan pekte anlar olmayan kimi kişiler, Nazım Hikmet, Karacaoğlan, Atilla İlhan gibi dünyanın tanıdığı devleri eleştirme hakkını kendilerinde bulanlara  "aptal cesareti" diye avutmak istesem de kendimi,mümkün değildi..
Karacaoğlan'ın yüzyıllarca önce söylediklerinde bu gün yok mu?
Nazım Hikmet'i, Atilla İlhan'ı dünya hala seve, seve okumuyor mu?
Yoksa biz dünyalı değil miyiz?
Yabancı basını övenler önce kendi ülkesindeki değerleri tanımaları gerekmez mi?
Herkes dünya penceresinden bakacak tabi, ama kendi edebiyatçılarımıza dil uzatmak neyin nesi?
Üstelik benim kitaplarla pek aram yoktur amma, diyen birinin dilinden dökülürse bu kelimeler dinimize küfreden Müslüman olsa bari demekten baksa ne gelir elden.

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol