ASPARAGAS HABER

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; geçen haftaki yazımda, tam olmasa da asparagas bir durumun söz konusu olduğunu öğrendim.
Haberin kaynağı; 'Tüketici Hakları'nı da yakından takip eden ve örgüt içinden bir arkadaş. Tabii ki, kendisinin de yanılgısı var ama, bugün-yarın gerçekleşmesi kesin gözüyle bakılan 'Tüketici talepleri karşısında, bankaların pes edeceği haberini sanal ortamda paylaşmış arkadaşımız. Ben de, 'haber güzel, kaynağı da güvenilir' görüp sizlerle paylaşmıştım. Olayın aslı şu;
"Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın, kredilerden alınan masraf ve komisyonların iadesine ilişkin, 'Hemen hemen aldığımız komisyonların tamamını geri veriyoruz. TBMM Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) Komisyonu'nda Ziraat Bankası AŞ'nin 2012 yılına ilişkin bilanço ve netice hesapları görüşüldü. Kredi kullanımından alınan masraf ve komisyonların iadesine ilişkin sorular üzerine, "Komisyonlarla ilgili duruşumuz çok net. Bürokrasinden alamadığımız parayı vatandaştan almayacağız. Yeni düzenlemeyi makineye yükleyeceğiz şube müdürlerimizin, müdürlerimizin, yöneticilerimizin, çalışanlarımızın komisyonu indirme yetkisi olacak ama artırma yetkisi olmayacak. Ben aynı zamanda Bankalar Birlği Başkanıyım. Bu konuda çok da eleştiri alıyoruz, bunu adam gibi uygulayacağız. Hemen hemen aldığımız komisyonların tamamını geri veriyoruz. Hatta şöyle bir karar aldık. Artık mahkemeye gidilmesine gerek yok. Talep etsinler (zaten kaybediyoruz) bürokrasiyi de kaldıralım aradan, bunu ödeyelim dedik" demiş.
Bu beyanatın da ne derece doğru olduğunu bilemem. Ancak; tüketicilerin bu konudaki kararlı mücadelesinden bankalar hem bıktı hem de hukuk mücadelesinin tamamına yakınını kaybediyor. İlgili banka müdürü hem bu konuda hem de, satır aralarında BDDK ve Bakanlığın bu olumsuzluğa en kısa zamanda çözüm bulması talebinde çok haklı. İşte, benim de geçen hafta gündeme getirdiğim ve yüzde yüz doğru olmadığını düşündüğüm bilgi budur. Bunun için ve bundan böyle, olabilecek yanlışlık ve eksiklikler nedeniyle sizlerden anlayış bekliyorum.
YAŞAMA HAKKI…
Bireyin talep ettiği haklardan en önemlisi hatta, olmazsa olmaz olanı 'Yaşama Hakkı'dır. Aslında bu hak, tüm canlılar için de kutsal nitelik taşır. Son günlerde, basın ve görsel yayın organlarında sık sık rastladığımız taciz, cinayet ve vahşet haberlerine bakıp, bütün bunları önceden olmuyordu sanmayın. Bu yoğunlukta olmasa bile mutlaka vardı. Bilim, teknoloji ve toplumsal yaşam artık yaşanan olumsuzlukların sis perdesini ve karanlığı yok ettiği için görünür hale geldi. Evet, son yılların Türkiye'de yaşayan halklar için zor geçtiğini biliyoruz. Hatta, son 35 yılın bir kabus olduğunu, doğu ve güneydoğu illerimizde yaşanan düşük yoğunluklu savaşın da sonucu olarak, ekonomik ve toplumsal bunalımları yok sayamayız. Ama, ulus olarak saygı ve sevgi konusunda, barış konusunda, hak ve adalet konusunda, paylaşım konusunda, empati konusunda not baremimiz oldukça düşük. Yani; bu konularda çokta masum sayılmayız.
Daha birkaç gün önce parlamentoda yaşananları gördük. Hem de, 'Güvenlik Yasası' görüşülürken, parlamenterlerin ne kadar da güvenliksiz olduklarının tanığıyız. Vaktiyle, deneyimli bir parlamenterin bir televizyon tartışma programında, 'görüyorum ki, tartışmalarda ve kamuoyu nezdinde milletvekillerine haksızlık ediliyor, fırsat buldukça onlar aşağılanıyor. Halbuki, bu ülke halkı süt ise, milletvekilleri onun kaymağıdır' demişti. Bence, Sezar'ın hakkını Sezar'a vermeliyiz ve bundan daha doğru özet yapılamazdı.
Sosyal bir toplumun korunmaya muhtaç en savunmasız kesimi çocuklardır. Bir gazetecinin tabiriyle, o nar tanelerini yaşlandığımızda görmek istediğimiz bir ülkenin sahipleri olarak var gücümüzle korumalıyız. Korumalıyız ki; görmekten, duymaktan, bizatihi yaşamaktan bıktığımız, 'düşmanımın düşmanı dostumdur'… Günümüz siyasetine hakim anlayış gibi 'ya benimlesin ya da karşımdasın'… Yani, siyah ve beyazın dışında renk tanımayan, insan olduğuna bakılmaksızın kimlik ve inançlar üzerinden insanların kategorize edildiği… Hatta, bu nedenlerle cinayetlerin işlendiği bir toplum yapısından kurtulalım.
Kadın cinayetlerine gelince; onlar, korunmaya ihtiyacı olan savunmasız bireyler değillerdir. Hele, bir erkeğin himayesinde ve onun icazetiyle yaşamak zorunda hiç değillerdir. Evet, bir konuda yani fiziksel güç konusunda erkeğin üstünlüğü (o da, şiddet ortamına donanımlı hazırlanmış bir kadına karşı asla) kabul edilebilir. Sadece fiziksel gücü konusunda erkek egemenliğini kabul etmek, yaşamı yeterince algılayamamış bir ilkelliğin ürünüdür. Bir erkek olarak; fiziği ile, kimyası ile, biyolojik yapısı ile, sosyolojik ve psikolojik her şeyi ile yetişkin bir kadının yetişkin bir erkekten ne farkı vardır? Doğumundan ölümüne kadar bir insanın toplum içindeki yarısı kadın diğer yarısı erkektir.
Toplumların bu iki naif kesimi olan çocuklar ve kadınlara karşı işlenen suçların karşılığı, kısasa kısas yani ölüme ölüm, işkenceye işkence istemekte bana doğru gelmiyor. Bana göre; çocuklara ve kadınlara yönelik suçlarla nefret suçlarında asla hafifletici nedenler ve indirim düşünülmemelidir hatta, yaşamları belirli bir süre toplumdan tecrit edilmelidir. Ama, her şeyden önce toplumu oluşturan bireylerin eşit, özgür, barış ve demokrasi içinde yaşama kültürü ve bilincini yükselterek, tam anlamıyla adil ve sosyal bir devlet kimliğine kavuşmalıyız. Diğerleri sadece birer teferruattır.
Bir de, yeri gelmişken en az çocuklar kadar savunmasız ve korunmaya muhtaç, dünyayı paylaştığımız diğer canlılardan sokak hayvanları var. Sevmiyor olabilirsiniz, yiyecek ve içecek vererek yaşamlarını kolaylaştırmak istemeyebilirsiniz. Bu nedenlerden dolayı size kimse kızamaz, buna mecbur edemez. Ancak, tekmeleyerek, bir cisimle vurarak ona zarar veremezsiniz. Buna hakkınız yok. Hatta, bilerek olmasa bile arabanızla ezerek öldürme dikkatsizliğini ve duyarsızlığını gösteremezsiniz. İşte, o zaman çocuklara yönelik taciz ve diğer suçlarda olduğu gibi, eşit koşullarda olmadığınızdan toplumun vicdanını sızlatırsınız.
YEREL YÖNETİM ANLAYIŞI ŞÖYLE OLMALIDIR…
Bir kentte yaşayan sakinlerin yedikleri gıdalardan, içtikleri sudan, teneffüs ettikleri havadan, ısınma için yaktıkları yakıttan, trafiğinden, ürettikleri sıhhi, kimyasal, sosyal ve endüstriyel her türlü atığın uygun yok edilmesinden ilk akla gelen sorumlu yerel yönetimlerdir. Kent sakinlerinin yaşamlarını zorlaştıran, kentin trafiğinden tutun da imar planı ve yerleşim projelerinde bireysel taleplerle o kentte yaşayan sakinlere rağmen değişim ve düzenleme yapılmamalıdır. Yediğimiz ve içtiğimiz maddelerin güvenli olası, eğitim-sağlık ve sosyal güvenliğimizin ekonomik, ulaşılabilir ve denetlenebilir olması, havamızın ve çevremizin temiz ve yaşanılabilir olmasını talep etmek kadar doğal bir hakkımız olamaz. Bütün bunları sağlayacak olan yerel yönetimlerdir. Yerel yönetim erkini kullanan siyasi anlayış, esasen yönetimlere talip olurken verilen sözler üzerine göreve getirilirler.
Sorunsuz ve sağlıklı bir yaşam dilerim. 

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol