MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü ANLAMAK VE ANLATMAK SORUNU -II-

Mustafa Kemal çıplak adamlarla iş görmezdi. Gerçeği görmeyen ve fakat kafasında istif istif bilgi taşıyan insanlar onun nazarında çıplaklığını saklayan birer sahtekârdan farksızdı. Atatürk'ün çevresine dikkat edenler eğreti fikir ve kanaatlerle yaşayan insanları görmezler. Bu tip insanlar o zaman İstanbul'daydı; ve işgal yıllarının karanlık günlerinde, îsagoci mantığı ile ya kara kara düşünüyor veya gerçeği temsil eden Mustafa Kemal'e bir maceracı gözüyle bakıyordu. Bu adamlardan birçoğunun önünden "Emsile ve bina" kitapları kalkmış yerine şu veya bu batılı düşünürün kitapları konmuştu, önemli olan kitapların değişmesi değil, onları okuyan zihniyetin yıkılması idi. İşte Mustafa Kemal bu som batılı şahsiyetin ta kendisi idi. Eğreti düşüncelere kapılsaydı, gerçeğe uymayan cazip fikirler ona yön verseydi, ne Millî Mücadele, ne Cumhuriyet ve ne de inkılâplar olurdu. Mustafa Kemal içine atıldığı büyük ve tehlikeli davada elindeki malzemeyi de gayet iyi biliyordu, insanları nerede, ne zaman ve nasıl kullanmak lâzım, bunu şaşmaz bir gerçek sezgisiyle kavrıyordu. Onda yalnız Türk milletinin gerçeklerini tanıyan bir gerçek sezgisi yoktu, aynı zamanda politikadan tutunuz da siyasî ve sosyal kurumlara kadar, zümrelerden tutunuz da fertlere kadar her şeye bu ölçü içinden bakıyordu. Yanılmazlığı, akıl ve mantık mekanizmasından değil, gerçek sezgisinden hız alıyordu. Bu yüzden bütün konuşmalarında hiçbir zaman aklî delillerle inandırma, kandırma yoluna sapmadı. Gerçek sezgisi akla değil, sağ duyuya hitap eder. O da Türk milletinin sağ duyusuna hitap etti. Halkın sağ duyusunu şaşırtan her tecrübeden kaçındı. Siyasî parti denemelerinde halkın sağ duyusunun aşındığı aklın, sokağa fırlamış bir şekli olan demagoji ejderinin baş kaldırdığını görerek
Tecrübeyi yarıda bıraktı.
Mustafa Kemal idealist adamdı. İdealist tiple gerçekçi tip aynı insanda uzlaşır mı? İlk bakışta onun şahsiyetinde böyle bir çatışma var gibi görünür, Fakat her idealizmde bir gerçek susuzluğu vardır. İdealizm, bir bakıma gerçeği arama gücüdür. Gerçeği kendisine gaye edinmemiş bir idealizm ya fanteziye saplanır veya opportunizme inkılâp eder. Ahlâkta idealizm; aksiyonun gerçekleşme şartıdır. Sosyal davalarda idealizm, cemiyetin gerçeklerini bulmak, düşünce ile gerçek arasında bir tutarlık kurmaktır. Mustafa Kemal idealist olmasaydı "Hâkimiyet kayıtsız şartsız Milletindir" düsturunu bütün aksiyonunun temeline koymazdı. Onun bütün yaptıkları, demokrasinin ve halk hâkimiyetinin temel prensibi olan bu düsturun tatbikatı oldu. Mustafa Kemal’i, çağdaş olduğu Hitler, Mussolini gibi diktatörlerden ayıran fark buydu. Onlar bir zümreye, bir hizbe dayanıyorlardı. Mustafa Kemal ise halktan başka hiç bir kuvvete dayanmıyordu. Zamanın diktatörleriyle mülakat yapan bir Fransız yazarı Mustafa Kemale şu suali soruyor:
- Size diktatör diyorlar.
- Evet doğrudur; yalnız bir farkla: "Benim diktatörlüğüm Türk milletinin sevgisine dayanır."
Atatürk'ün bu Fransız yazarına vermiş olduğu cevabı o zaman pek anlayamamıştım. Hatta bunu bir nevi "söz kaçamağı" diye yorumlamıştım. Fakat "Mustafa Kemal gerçeği"ni düşündüğüm şu sıralarda bana bu cevap, Türk milleti ile kendi hüviyeti arasında kurulmuş olan bir "gerçek köprüsü" gibi görünüyor. Çünkü Mustafa Kemal'e düşman olanların, ona karşı duranların hepsi, bir zümre, bir hizb namına hareket ediyorlardı. Bu, halkla beraber olmaktan ziyade, halkı istismara alışmış zümrelerin bir hususiyeti idi. O, kendisiyle halk arasına aracı hiç bir zümreyi sokmak istemedi. Gerçi itiraz olarak, "Halk Partisi"ni hatırlatacak olanlar bulunabilir. Fakat "Mustafa Kemal’in Halk Partisi" bir siyasî zümre değil, bir inkılâp teşkilâtı idi.
(*) Bu yazının ilki "Gerçekçi Mustafa Kemal başlığı altında 7 Aralık 1960 tarihli "Cumhuriyettedir.
(1) "Güzel olan yalnız gerçektir."

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol