GAZETECİ-YAZARLAR ARASINDA 67 YIL

Gazeteci Yazar olmak hiç aklıma gelmemiştir. Ama okulun Duvar Gazetesi'ne yazı yazmaktan zevk alıyorum. İlkokuldaki bu ilgimi Köy Enstitüsü'nde de sürdürdüm. Enstitüde iken Cumartesi günleri Lüleburgaz'a giderdik. Lüleburgaz'la Köy Enstitüsü'nün arası 4-5 km idi. Bu yolu yaya gider gelirdik. Şehirde herkesin bir ilgi alanı vardı. Ben Gazete Bayii'ne gider abone olduğum Son Telgraf Gazetesi ile BİZİM TÜRKİYE Dergisini alırdım öğrenci iken. Bu dergiye yazı yazıyordum. Benden yazmamı istiyorlardı. Bayiden gazete ve dergilerimi aldıktan sonra ÖZDİLEK GAZETESİ'ne giderdim. Gazetenin sahibi Gültekin Arda'yı o zaman tanımıştım. Gazeteciliğe Bulgaristan'da başladığını duymuştum. Sonra dost olduk, gazetesine yazmamı istedi. Yıl 1947 idi. Sanıyorum Nisan ayı idi. Okulda haftalık nöbette idik. Ben ahırda nöbetçi idim. Atlara bakıyordum. 4/C sınıfında bütün arkadaşlar yemekhanede, mutfakta, yatakhanede, ahırda, meydanlarda, revirde, elektrik santralında, atölyelerde nöbette idiler. Nöbetçi öğretmenimiz rahmetli Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil idi.
"GAYEMİZ" adlı bir yazı yazmış, onu Lüleburgaz'da ÖZDİLEK Gazetesine götürmek istiyordum. Arkadaşlar "İdare ederiz" dediler. Aldım başımı yazıyı Lüleburgaz'da gazeteye götürdüm ve hemen döndüm. Gidiş-Dönüş iki saat tutuyordu. Ben ahırdan ayrıldıktan biraz sonra Tütengil Hoca ahırı dolaşmaya geliyor ve beni soruyor. Hikayeyi anlatıyorlar. Cavit Orhan Tütengil çok titiz, çok disiplinli, yurtsever, ilkeli bir eğitimci idi. "Karaçam dönünce beni görsün" demiş arkadaşlara. Dönünce onu gördüm. Yazı yazıp, 5 km ötede gazeteye götürdüğüm için beni hararetle tebrik etti. Sevindim. Fakat sevincim çok sürmedi, "Nöbette vazifeni bıraktığın için seni Disiplin Kuruluna vereceğim" dedi, öğütlerde bulundu. Olaydan bir hafta sonra okuldan bir hafta uzaklaştırılma cezası aldım. Cezadan bir hafta sonra okula döndüm. Yazarlığım böyle başladı. Cebimde bir başka yazı vardı. Cavit Orhan Tütengil Hocayı gördüm, yine öğüt verdi, "Sakın yazı yazmayı ihmal etme yaz" dedi. Mezun oluncaya kadar yazıp yazmadığımı sorup durdu. Mezun olduktan sonra ben Kırklareli'nde (1948) okulsuz, sınırboyu'nda bir köyün, Karadere Köyünün ilk öğretmeni oldum. Bu köye gitmek için Dereköy Yolunun başında 15 gün bir öküz veya at arabası çıkar diye bekledim. Sonunda bir odun kamyonu önümde durdu. Şoför Mahallinde oturan sert mizaclı, kalın kaşlı biri "Nereye gideceksin" dedi. Dereköy'e dedim. Atla öyleyse diye söyledi. Yolda giderken devamlı konuştu. Kırklareli'nin en zengini olduğunu söyledi. Sonra öğretmenlik yaptım dedi. Adını söyledi. Ahmet Ziya Çetintaş olduğunu açıkladı. Birkaç kez tekrar etti.
Karadere Köyünde 18 öğrencim vardı. Çitten örülmüş, çamurla sıvanmış bir eski binanın küçük bir odasını sınıfa ayırmışlardı. Ben de bu sınıfın bir köşesinde yatıp kalkıyordum. Köyün her şeyi bu iki katlı bina içindeydi. Köy Odası, Köy Camisi, Köy Kahvesi, Köy ahırı bu binanın içinde yer alıyordu. Kahve dediğime bakmayın yere hasır döşemişler, köylüler o hasırın üstünde oturup sohbet ediyorlardı. Köyün Kahyası rahmetli Kara Recep'in su testisinden maşrapa ile su içiyorlardı. Köyde bakkal dükkanı da yoktu. İhtiyaçlarımı Dereköy ve Armağan Köyünden karşılıyordum. Oralara yaya gidip geliyordum. Kırklareli'ne gidip gelmem de ya odun kamyonlarının üstünde ya da yayan oluyordu. Karadere Köyünde "KADER AĞLARINI ÖRÜYOR" adlı bir roman yazmaya başlamıştım. Cavit Orhan Tütengil o sıra Londra'da idi. Mektuplaşıyorduk. Roman yazman erken diyordu. Roman yazmayı bıraktım. Ben değiştim fakat Karadere Köyünün kaderi değişmedi. O köy bugün de okulsuz ve öğretmensizdir. Bu köyün romanı yazılmaz mı?

Yorum Yazın

Bu Habere Henüz Yorum Yapılmadı. İlk Sen Ol